February 29, 2008

Obama on Farrakan support

Obama talks about change and and he doesn't mind kneeling in front of the enemy leaders to correct USA's image that Bush has damaged in those countries. For this, what he is expecting, he is expecting support for his country, and his politics, that, incidentally, involves the relationships with Israel.

But, when Farrakan expresses his support, what does he do? He rejects that support...

And, you expect him to not repeat that for the enemy countries.

If he does not repeat that then what he does right here is just to color the eyes of Jewish lobbies, the lobbies that he criticized Hillary and others for interacting with. You know, I do not believe, Obama is a strong leader. He will not kneel in front of the enemy leaders, but, he will kneel in front of the lobbyists in USA. That would mean expecting a lot of change would be deceiving yourself..

If he does repeat what he did just now, that would mean, what he is telling about his future interactions with the enemy countries would be a big lie.

So, the latte liberals writing in Hufflepuff to criticize every single thing Hillary tells, by over exaggerating them, and making her look like a political criminal, while babysitting Obama and hiding his every misstatement, mistake, or misses, go on. Obama is a politician that deserves your support, and he deserved to be used by "YOU"...


Jewels from The Pilsner Urquell International Photography Awards Competition




























February 28, 2008

Hurriyet Arsivden....(14.03.2002)



Açıklama hakkının kötüye kullanılması

GAZETELERİN, ama özellikle biz köşe yazarlarının ciddi bir sorunu vardır. Bir şeyler yazarız, ardından açıklama ya da tekzip gelir.


Gazete veya gazeteci bir konuda yanılmış olabilir. Haberde veya yazıda yanlış bir bilgi verilebilir. Bunun elbette düzeltilmesi, haksızlığın giderilmesi gerekir. Ben kendi adıma buna dikkat ederim, gönderilen açıklamaları mutlaka kullanmaya çalışırım.

Fakat bazen öyle açıklamalar, öyle tekzipler gelir ki, asıl onlar yalandır, yanıltıcıdır, gerçekleri gizlemeyi, saptırmayı amaçlar.

Bu olay bazen mahkeme kararıyla gönderilen tekziplere de yansır. Mahkemeler binlerce dosyanın yüküyle doludur. Dolayısıyla, gelen tekzip metinlerini de enine boyuna incelemeleri mümkün olmaz...

Ve bazen yanlış tekzip kararı verirler.

***

5 Mart 2002 tarihli yazımda, Ankara'da bir olayı anlatıyorum. İ. Melih, Demokrat Parti isimli bir tabela partisine girecek, sonra oraya genel başkan olacak ve siyasetini sürdürecek. Bunun altyapısı çoktandır ve kamunun olanaklarıyla hazırlanıyor.

Bu partinin neredeyse bütün üst düzey mensupları, genel başkan yardımcıları, genel sekreteri, saymanı ve sairesi, şu anda Büyükşehir Belediyesi ya da yan kuruluşlarından maaşa bağlanmış durumda. Bunlar İ. Melih'i partiye başkan yapacak kimseler. O yazımda bunları isim isim açıklıyorum ve bir isme daha, bir tek cümleyle değiniyorum:

‘‘(Partinin) Genel Başkan Yardımcısı Ali Özkaya, belediye iştiraki olan AHİKENT yapı kooperatifinin avukatı.’’

Maaşa bağlanan diğerleri suskun! Birkaç gün sonra Ali Özkaya'dan yazılı bir açıklama geliyor:

‘‘Kooperatifin adı Ahikent değil, SS Öz Ahikent'tir.’’ (Çok önemli bir yanlış yapmışım!).

‘‘Kooperatif ile Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin hiçbir hukuki bağı yoktur. Belediye iştiraki değildir.’’ (Güzel.)

‘‘Ben kooperatifin 1997'den beri avukatıyım.’’

‘‘Benim Gökçek tarafından parti elemanı olduğum nedeniyle işe alındığım ve maaşa bağlandığım şeklindeki iddianız tamamıyla gerçek dışıdır.’’ (Ben böyle bir şey zaten yazmamışım. Kendisi ekliyor, yanıt verme hakkını kötüye kullanıyor.)

Bunun ardından da klasik laflar:

‘‘Bu hususların kanuni haklarım saklı kalmak kaydıyla köşenizde yayınlanmasını istiyorum.’’

***

Sevgili okuyucularım, avukat Ali Özkaya'nın bana yazdığı hususları bir araştırmak istedim. Öyle ya, açıklamasını yayınlayacağım, bir eksiğim kalmasın!

Ticaret Sicili gazetelerinin arşivine girdim. Gazetenin 5 Haziran 2000 tarihli nüshasında bir de ne göreyim:

‘‘Konu: Kooperatifin olağan genel kurul toplantısı. Seçim ve süresi: Üç yıl süre ile İ. Melih Gökçek (ve diğer bazı isimler) yönetim kurulu üyeliklerine seçildikleri.

Yönetim kurulu üyeleri arasında yapılan görev dağılımında başkanlığa İ. Melih Gökçek (seçilmiştir).’’

Sonra biraz daha araştırdım. Meğer bu kooperatif olayı yargıya da intikal etmiş. Melih'in 2. Başkanı olan Yalçın Beyaz ve bazı yöneticiler Ağır Ceza ve Asliye Ceza mahkemelerinde yolsuzluktan yargılanıp ceza almışlar.

***

Yani şunu söylemek istiyorum. Bize sık sık açıklamalar da gelir. Fakat hadiseyi biraz araştırınca, açıklama metninde yer alan bilgilerin en azından ‘‘eksik’’ olduğu belgelenir.

Tamam, kooperatifin belediye ile yasal bir bağı yok. Ancak İ. Melih bu kuruluşun başkanlığını yapmış! Avukat bey açıklamasında bunu yazmıyor!

Bu gibi açıklamaları ne yapmalı? Dün Ali Özkaya ile konuştum. Avukatı olduğu kooperatifin belediye ile yasal bağı yokmuş ama kendisi de bir belediye iştirakinin avukatlığını yapıyormuş.

Bir tabela partisi ve onun yöneticileri ile İ. Melih arasındaki ilişkiler çok ilginç!

İ. Melih şimdi bu partiye girecek, belediye ve şirketlerinde maaşa bağlanan parti üst düzey kadrosu onu genel başkan seçecek!

Türkiye'de siyaset işte böyle yapılıyor!

Ankara'da bizi yönetenler ise yanı başlarında olan bu olayları, kamu parasının kimler için ve hangi amaçlarla harcandığını görmemekte dirensin.

Ne olacak, denizde kum, belediyede para! Bozdur bozdur harca!


YİNE TIK YOK


KAÇ kez yazdım, belediye parasıyla Ankara'da tam 150 bin adet top alınıyor veya alındı. Her 23 kişiye bir top düşecek! Melih bu topları kendi siyasal çıkarları için dağıtacak. İşin muhammen bedeli 508 milyar lira.

Bu toplar alındı mı? Alındıysa kimden ve nasıl? Melih tıklayamıyor, kimseden ses gelmiyor. Toplumun parası böyle sorumsuzca harcanır mı? Ayıp değil mi, yazık değil mi, günah değil mi?


Melih Gökçek ve Yalçın Beyaz

Son günlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi hakkında ortada ilginç bilgiler dolaşıyor. Bilgilerin ortak noktası Yalçın Beyaz adlı Melih Gökçek tarafından atanmış bir belediye şirketinin müdürü.

Bu kişinin, resmi nikahlı bir karısı var. Bu karının üzerine imam nikahlı bir karısı daha var. Ve de bizimkinin seksüel güdülerini doyurmaya iki karı yetmemiş olacak ki, bu ikisinin üzerine bir tane de imam nikahlı diye geçen sevgili edinmiş. Bilirsiniz, bu imam nikahı denilen olay evlilik dışı ilişkinin dini kullanarak ibadetize edilmiş versiyonu.

Neyse, konumuz beyefendinin zinaları değil. Konumuz bu zinaları karşılamak üzere Belediyenin kasasından hortumlanan paralar.

Şimdi benim merak ettiğim bir kaç konu var.

  • Melih Gökçek bu kişinin imam nikahlı karısından ve sevgilisinden ne kadar haberdardı? İmam nikahlı karının anlattığına göre, bu karının ismi Melih Gökçek'in paşa oğullarıyla aynı iş macerasında geçiyor. Yani büyük ihtimalle haberdar.
  • Yalçın Beyaz isimli AKP-dindarı bu göreve getirilmeden önce yolsuzluk suçlamalarına maruz kalmış ve ceza almış. Melih Gökçek bunu bilmesine rağmen bu kişiye neden görev verdi?
  • Melih Gökçek'in Yalçın Beyaz ile ne tür iş ve çıkar bağlantıları var?
  • Yalçın Beyaz'ın son yıllarda iş yaptığı AKP'li dindar politikacılar kimler?
  • Melih Gökçek'in Yalçın Beyaz ile iş yapmış oğulları bu süre zarfında, bu kişiyle ilişkiler sonucunda ne kadar kazanç sağladılar?
  • Melih Gökçek'in bu kişinin yaptıklarından ne kadar haberi vardı ve kendisi bu yapılan işlerin ne kadarına aktif olarak katıldı?

February 26, 2008

Internethaber'de ne dikkatimi cekti, biliyor musunuz?

Melih Gokcek denen zati muhteremin yonettigi belediyede yolsuzluk balon patlayinca, Ankara Belediyesi hakkindaki haberlerin ve yorumlarin bicak gibi kesilmesi....

Bana cok ilginc geldi. Hatirlar misiniz, Emin Colasan bunlarin foyasini ortaya cikarirken, Emin Colasan'i hedef gosterip, Allah'a degil de Melih Gokcek'e inananlarin kufur yagmuruna tuttururlardi. Ve bunu buyuk bir zevkle yaparlardi. Bunu neden mi soyluyorum. Cunku, kufurlu yorumlara izin verirlerdi.

Sonucta ne oldu. Allah Emin Colasan'i hakli cikardi. Yillardir soyledigi rusvet yolsuzluk mujdesi(!), Melih Gokcek'in ve AKP'nin adami turbanli kari paketleyicisinin milyon dolarlariyla ispatlanmis oldu.

Tabii bu arada AKP'den gelen emirle Internethaber basini topraga gommeyi tercih etti. Sebeb cok basit, vaktinde bunlarin CHP'yi dinsiz diye gostermek icin ugrastiklari rusvetin kat be kat alasi bunlarin doneminde yasanmis oluyor. Bu haberin turban paketleyicilerinin takildigi sitelerde gorunmesi fazla hos olmaz. Ne de olsa amac, Melih Gokcek gibi, Allah'i kandirmak...



Kul hakki yiyen, bunu gururla ifade eden, AKP - de dahil olmak uzere - yavsagi gercek Allahsizlar

Belediye otobüsünde ’türban indirimi

Yalçın BAYER

Doğduğundan beri Adana’da yaşayan 47 yaşındaki Nezire Nilgün Pepedil, ’türban imtiyazı’na ilişkin yaşadığı bir olayı yazıyor:

"Düne kadar tekrar dünyaya gelsem ne başka bir ülkede, ne de başka bir şehirde yaşamak isterdim. 2 kız annesiyim, birisi mühendis, ötekisi doktor. Ekonomik sıkıntılarla dolu üniversite yılları henüz geride kaldı ve ikisi de şimdi kendi hayatlarını kazanıyor. Anlayacağınız düne kadar çocuklarımın yarınları için endişelenmeyi geride bırakmış, keyifle torunlarımı seveceğim günleri bekliyordum.

Son zamanlarda güzel memleketimde yaşanan sevimsiz olaylar elbette üzüyordu beni, ancak dün (önceki gün) olanlar sert bir tokat gibiydi, üzmekten çok öte canımı acıtan... Adana’da belediyeye bağlı toplu taşıma araçları olan otobüslere binmek için manyetik kartlar kullanılıyor. Bu kartlara şehrin çeşitli yerlerdeki sabit noktalarda bulunan bayilerden istediğiniz miktarda para yüklüyorsunuz ve otobüse bindiğinizde kartı manyetik okuyucuya gösterdiğinizde biniş ücreti karttan düşülüyor. Her biniş için ne kadar ücret kesileceği, binilen otobüsün şoförü tarafından tek bir düğmeye basmak suretiyle değiştirilebiliyor. Dün (önceki) otobüse binerken ben de herkes gibi manyetik kartımı okuyucuya tuttum ve ekranda biniş ücreti olarak 75 kuruşun kartımdan düşüldüğünü okudum. Hemen arkamdan otobüse binen türbanlı bayan kartını okuttuğunda ekranda 60 kuruş göründü, birkaç durak sonra otobüse binen türbanlı bir diğer vatandaş şoförle işaretleşti ve manyetik okuyucuya kart göstermeden araca bindi. Bunun üzerine şoföre, biniş ücretlerini neye göre belirlediğini sorma gafletinde bulundum ve cevabı sert bir tokat gibi indi suratıma:

’Benim inisiyatifime kalmış, canım isterse öğrenci alırım ya da hiç almam, sıkmabaşlardan (şoförün kullandığı tabir tam olarak buydu) ücret almam.

Donup kalmıştım, sinirden titriyordum, gideceğim yere varmadan otobüsten indim. Ne yapabilir, kimi kime şikayet edebilirdim? Modern bir Türk kadını olarak sıkmabaş olmayan ben ne yapabilirdim? Çaresizlik içinde yazıyorum size... Yarının bugünden daha karanlık olmasından korkuyorum... Çığlıklarımızı duymazdan gelenlerden korkuyorum... Kaleminizin sesimiz olması dileği ile yazıyorum size..."


İlahiyatçı doçentten şok açıklama - Türban dinden sapma niteliği taşır

Şevket ALTINAYAR/NAZİLLİ (Aydın), (DHA)

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, türbanın İslamda yeri olmadığını ve dinden sapma niteliği taşıdığını savundu. Doç. Dr. Filiz, "Siyasallaşan ve seçkinci bir kamusal dinsellik alanını gittikçe ötekiler aleyhine genişleten başörtüsü söylemi, İslam'ın ahlaki ve medeni özünü gölgelediği gibi, bugün tüm ABD, AB yanlısı ve küresel ılımlı İslam söyleminin yerli işbirlikçileri için, emperyalist ve mandacı tuzağın, halk yığınları nazarında meşruiyetini sağlayan İslami makyajla servis edilmesini de kolaylaştırmaktadır" dedi.

Aydın'ın Nazilli İlçesi'nde, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) şubesinin düzenlediği, `Kadın üzerinden din istismarı' konulu konferansta konuşan Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, çarpıcı açıklamalarıyla dikkati çekti. Son günlerde kadın üzerinden büyük bir din istismarı yapıldığını savunan Doç. Dr. Filiz, kadının başörtüsü ile var edilip tanımlanan bir konuma getirildiğini ileri sürdü. Aslında İslam'da kadının çok daha önemli ve saygıdeğer bir konumu bulunduğunu anlatan Doç. Dr. Filiz, "Maalesef Türkiye'de kadınlara, `hür olmak, örtünmek demektir' psikolojisi yerleştirilmek isteniyor" dedi.

`HIMAR KELİMESİ YANLIŞ TERCÜME EDİLİYOR'

Türban tartışmalarıyla gündeme gelen `hımar' kelimesinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yanlış tercüme edildiğini kaydeden Filiz, şunları söyledi:

"Hımar kelimesi, bazı meallerde, `kadınlar başlarındaki örtüyü omuzlarına ve göğüslerine indirsinler' şeklinde geçiyor. Buradaki `hımar' kelimesi başörtüsü şeklinde tercüme ediliyor. Bu çok yanlıştır. Çok acıdır ki, Diyanet İşleri Başkanlığı da bunu söyleyemedi. Çünkü doğru değil. Hımar içkiden gelir ve `aklı örtmek' demektir. Diğer bir anlamıyla `örtü' anlamına gelir. Bu masa örtüsü de olur veya başka bir örtü, başörtüsü de olabilir. Fetva veren uzman siyasiler olduğu için, bunun farklı bir anlamı olduğunu öğrendik. İslam'ın özgün kaynaklarından hareketle, türbanın İslam'da yeri olmadığı, dinden sapma niteliği taşıdığı kanıtlanmaktadır."

"MİLLİ DEVLETE MUHALEFETİN DİNSEL MOTİFİ"

Siyasallaşan ve seçkinci bir kamusal dinsellik alanını gittikçe ötekiler aleyhine genişleten başörtüsü söyleminin, İslam'ın ahlaki ve medeni özünü gölgelediğini anlatan Doç. Dr. Filiz, şöyle devam etti:

"Bugün tüm ABD, AB yanlısı ve küresel ılımlı İslam söyleminin yerli işbirlikçileri için, emperyalist ve mandacı tuzağın halk yığınları nazarında meşruiyetini sağlayan İslami makyajla servis edilmesini de kolaylaştırmaktadır. AB ve ABD kaynaklı ılımlı İslam propagandası ve dinler arası diyalog faaliyetleri, `başörtüsüne özgürlük' talepleriyle çakışan bir sürecin temel parametreleri olarak İslami kesimde dinsel olarak onaylanmış ve sindirilmiştir. Ülkemizi ve Türk ulusunu parçalamayı amaçlayan AB ve onun ülkemizdeki sivil uzantılarına karşı çıkmak, başörtüsü özgürlüğüne ve doğal olarak da İslam'a karşı çıkmakla bir tutulmak için, başörtüsü söylemi, milli devlete muhalefetin dinsel motifi olarak işlevselleştirilmektedir."

Doç. Dr. Filiz'in Nazilli Belediye Sarayı Tiyatro Salonu'ndaki konferansını, çok sayıda kadının ve ADD üyelerinin yanı sıra Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İodari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selim Bekçioğlu, üniversite öğrencileri ve siyasi parti temsilcileri de izledi.



Well said comment on the positive-racism of media

Wolfson: “I think it is true that every time the Obama campaign in this campaign has attacked Senator Clinton in the worst kind of personal ways, attacked her veracity, attacked her credibility, said that she would say or do anything to get elected, the press has largely applauded him.”

He made a great point. That is also what I have been observing. Lots of criticism, lots of negative comments coming from the Obama side. Interestingly, the liberals in the media never criticize those. On the opposite, the media supports such comments, and improve upon those comments, even if they are not realistic and more-like personal view rather than factual observation. However, when Clinton comes up with a negative criticism, the media attacks those comments, and fights those comments in a way they never fought against the Iraq war. I consider Obama like them. If he were to have a vote regarding the Iraq war, he wouldn't vote against it. That is a given. He would somehow find a way to avoid that. Otherwise, his presidential race career would have ended around that time before it has started.

What can I say, he is one lucky guy, getting the die-hard support of ex-Iraq war supporters...I will repeat what I said before. I trust Hillary's actions more than Obama's actions. Hillary is tested, whatever the others say. Obama is not. You cannot say he will avoid a war if the conditions dictate that way. If there would be another terrorist attack on USA, he will not be able to avoid combat against whomever had some kind of ties with those terrorists. That is the way of living and being a politician in USA. And Obama is a part of that process, not outside of it in the way his supporters promote him.


February 25, 2008

Türkiye pişman...

BEKIR COSKUN

ŞİMDİ anladınız mı "Gül benim cumhurbaşkanım değildir" dememi?..

Evet; o benim cumhurbaşkanım değil...


O geçerken, kaldırımın kenarında durup asla alkışlamam.

Arkamı dönerim.

Televizyonda gözüktüğünde asla bakmam, kanal atlayıp "Dingo-mingo"yu izlerim.

Gazete sayfalarında "Bir açıklama yapan Cum..." diye başlayan haberleri okumam, geçerim.

Sohbetlerde söz düşerse kestirip atarım:

"O benim cumhurbaşkanım değil..."

*

Türban yasası önündeyken "düşünüyormuş" gibi yaptı sadece.

Türbanı siyasi bayrak yapmış, "hanımının" türbanı için Türkiye’yi AİHM’ye vermiş birisinin önüne türban serbestisi yasası gidince "düşündüğüne" nasıl inandınız?

Bu tür "düşünmek" bana yabancı değil; muhterem karım işime gelmeyen bir şey sorduğunda "Düşüneyim" derim.

Ama hiçbir zaman düşünmem.

Düşünüyormuş gibi yaparım.

Muhterem, "Bak düşünmüyorsun, çünkü dudakların uzadı" der, öyle düşünceli düşünceli bakarım.

*

Abdullah Gül
’ün de "düşünüyormuş" gibi yaptığını herhalde artık biliyorsunuz.

Olsun...

Bu bir dönüm noktası oldu, takvimlerinize bir çetele koyun:

AKP’nin kaybetme süreci başladı.


Bakın:

- Sermaye kesimi dahi uyandı; kısa vadeli çıkarları için Türkiye’nin ufkunun karartılmasına göz yumduklarını nihayet gördü patronlar.

- Toplumu etkileyen ve şimdiye kadar AKP’yi destekleyen birçok yazar-çizer-aydın artık açıkça eleştirmeye başladı.

- AKP’ye oy verdiğini gizleyenler dahi şimdi ortaya çıkıp "Elim kırılsın, oy verdim" diyorlar, kamuoyu yoklamalarında (SONAR ve diğerleri) iktidarın yüzde 10’a yakın oy kaybı var.

Külah düştü, kel gözüktü...

Belki de iyi oldu; şu benim olmayan Cumhurbaşkanı’nın türban yasasını imzalaması...

İyi bakın:

Türkiye pişman...


İğrençlikte rekor (Iktidarin ayaciklarini yalama gorevi Maliye Bakani tarafindan verilmis YOK Baskanina ithaf(!) olunur)

OKTAY EKSI


ÇOK şükür, "aklını peynir ekmekle yemiş" bir YÖK Başkanımız da var artık.

Göreve başlarken "özgürlükçü" olacağını vaat etti, ama ağzını ilk açışında üniversitelerden önce "yasaları gevşek bir şekilde uygulamalarını", onun ardından da "kışla disiplini" istedi.


Dünkü gazetelerde görmüş olmalısınız:

YÖK Başkanı,
üniversitelerde yeni yarıyılın başlamasından bir gün önce tüm rektörlere talimat göndermiş. Anayasa’da MHP’nin "değerli katkılarıyla" gerçekleşen değişikliğe atıfta bulunmuş. Örneğin, yeni haliyle 42’nci maddenin, "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez" dediğini belirtikten sonra, "Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir" hükmünü içerdiğini yazmış.

Böylece Anayasa’yı değiştiren iradenin bile, "bu konuda bir yasa çıkarılmadıkça bu hüküm uygulanamaz" dediğini itiraf etmiş.

Sonra ne yapmış?

Başkan
bey, Anayasa’nın şart saydığı "yeni yasa"ya gerek görmemiş.

Öyle ya... Rektörlere -merhum Turgut Özal’ın "Anayasa’yı bir kere ihlal etmekle bir şey olmaz" vecizesini (!) andırır şekilde- "yasaları gevşek bir şekilde uygulamayı" tavsiye eden de o idi.

Bir insanın "hukuk"la ilgisi bu kadar zayıf olunca, ona her sorunun çözümü kolay görünür.

Nitekim Başkan bey, -yeni yardımcısı Prof. Dr. İzzet Özgenç’in kaleminden çıktığı izlenimini veren talimatında- "Anayasa değişikliği göz önünde bulundurulmak suretiyle uygulama yapılması, kamu görevi ifa eden yüksek öğretim kurumlarının yöneticilerinin görev, yetki ve sorumluluğunda olduğu izahtan varestedir" buyurmuş.

Dahası... Anayasa’nın açık hükmüne rağmen, "Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddelerine göre uygulama yapılabilmesi için ayrıca bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç bulunmamaktadır" demiş.

Yani, "Benim talimatım Anayasa’nın emrinden de önemlidir" diyor.

Peki neden öyle imiş?

Çünkü "hangi kıyafetlerin toplumsal ortamda giyilemeyeceğine dair açık düzenleme" meğer "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair" 1934 tarih ve 2596 sayılı "Devrim Yasası"nda varmış.

Yüce Tanrım! Büyük Atatürk’
ün "Devrim" yasasını "irticai" amaç için kullanan şu demagojinin ihtişamına veya iğrençliğine şapka çıkarılmaz da neye çıkartılır?

Bakın YÖK Yasası’nın "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" diyen ek 17’nci maddesinden söz etmiyor. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve son olarak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kesin kararlar karşısında o maddeyi uygulamanın "laik devlet" ilkesine ters olduğunu biliyor.

Peki YÖK Başkanı’nın sığındığı 2596 sayılı yasa ne diyor?

O yasa, "ruhani"lerin yani din adamlarının, "izcilik, sporculuk" gibi konularla meşgul cemiyet ve okulların (üniversitelerin değil) özel kıyafet kullanmak istedikleri zaman uyacakları kuralların, "yabancı ülke temsilcilerinin" uyacakları kural ve yasakların ne olduğunu belirlemiş.

YÖK
Başkanı o yasaya sığınacağına -bu kadar saçmaladıktan sonra- "Tababet ve Şuabatı (bölümleri) San’atlarının Tarz-ı İcrasına dair" 1933 tarihli kanuna sığınsa daha iyi olmaz mıydı?


February 24, 2008

Sayın Gül, ’Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır’

Tufan TÜRENÇ


BİLİYORUM Atatürk’ün koltuğunun hakkını vermek kolay değil.O koltukta dimdik oturmak, eğilip bükülmemek, büyük özverilerle kurulmuş Cumhuriyet’e sahip çıkmak ise hiç kolay değil.

Ben zaten milyonlarca insan gibi Abdullah Gül’den böyle bir duruş beklemiyordum.

AKP’nin cumhurbaşkanı olacağından emindim.

Bunu da verdiği kararlarla zaten fazlasıyla kanıtladı.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar duyarsız davranacağını da beklemiyordum.

* * *

Cuma sabahı kara harekátının başladığını öğrendik.

O an yüreğimizi endişe dolu bir korku, bir heyecan kapladı.

İnanıyorum ki, milyonlarca insanımız da aynı duygular içine sürükleniverdi.

Ülkesini seven herkes, bildiği tüm duaları mırıldanmaya başladı.

Hepimiz Mehmetçiklerin sağ salim dönmesi için Tanrı’ya gün boyu yakardık.

Analar, babalar, eşler, çocuklar, sevgililer, büyükler, küçükler herkes, herkes...

Biliyorduk ki oralar dondurucu soğuk. Oralar kar altında.

Biliyorduk ki oralardaki teröristler pusu kurdukları karanlıklardan Mehmetçiklere ateş kusuyor.

İşte onun için hepimiz yüreğimizdeki endişe ve korku ile evlatlarımıza dua etmekten başka bir şey düşünmüyorduk.

* * *

O gün akşam saat 19.00 sıralarında Çankaya’dan gelen haber yüreğimizi bir kor gibi yaktı.

Bir cumhurbaşkanı, Atatürk’ün koltuğunda oturan bir cumhurbaşkanı, 11 gündür beklettiği yasayı önüne getirtip onaylayabiliyordu.

Bir insanın vicdanı, yüreği böyle bir günde nasıl böyle bir şey yapmaya izin verebilir.

Türbanla ilgili yasa bu kadar mı önemli?

Ülkesi için canını hiçe sayarak terör inlerini basan Mehmetçikler’den daha mı kutsal?

Böyle bir yasayı onaylamak için böyle bir gün seçmeye hangi insanın yüreği el verir.

Bilmem "Yazıklar olsun" demek yeter mi?

Bu davranışının milyonlarca insanı nasıl kahrettiğini acaba Abdullah Gül anlayabilecek mi?

Sanmıyorum.

Anlayabilseydi o yasaya o gün elini bile sürmezdi.

* * *

Cumhurbaşkanı şunu iyi bilsin ki, insanlarımız bunu unutmaz.

Mehmetçik canını, kanını hiçe sayarak teröristlerle boğuşurken Gül’ün gösterdiği bu duyarsızlığı affetmez.

Ben harekát günü yapılan bu onayın Abdullah Gül’ü destekleyenlerin bile yüreğinde derin bir yara açtığına inanıyorum.

Gül şuna inansın ki bu acı yıllar yılı dinmez.

Hangi millet evlatları ölürken devletin başının aklının bir başka yerde olduğunu içine sindirebilir?

Gün mü bitti onay için.

Cumhurbaşkanı bu anayasa değişikliğini her şeyin üzerinde tutuyorduysa neden 11 gün bekledi de Mehmetçik’in ülkesi için canını, kanını ortaya koyduğu gün onayladı.

Bilmem etkilenir mi, ama ben yine de vicdanlarına seslenmek için büyük Atatürk’ün o ünlü sözünü anımsatıyorum:

"Mevzubahis olan vatansa, gerisi teferruattır."



February 23, 2008

A very meaningful line (joke) from Melih Asik's latest column

Question: From a German's perspective, what is the difference between a Turk and a Jew?

Answer: The Jew costs more. For the Jews, you have to erect lots of concentration camps, you need to build lots of new furnaces. For the Turks, it is sufficient to just burn the houses they live in.....

{SZ:And it seems the new generation Nazis have found a new way to spread that virtue of Germans!!!! Burning humans alive.....
}



February 21, 2008

Abdullah Gul'un Muslumanligini yesinler; Kul hakki yemekle ne kadar Musluman olunuyor, dinci basin ne dusunuyor???

FATIH ALTAYLI

Bugün yine Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’den söz edeceğim.

Yok yok merak etmeyin.

Konu Anayasa değişikliğini imzalayıp, imzalamaması değil.

Bir yasayı imzalamak da, imzalamamakta Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında.

Benim bahsedeceğim konunun ise Cumhurbaşkanlığının yetkileri arasında olup olmadığını bilmiyorum ama son derece yakışıksız bir durum olduğundan hiç kuşkum yok.

Dünyanın en büyük çokuluslu şirketlerinden birinin Türkiye’deki genel müdürü ofisinde oturmaktadır.

Telefonu çalar ve sekreteri genel müdüre, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül sizinle görüşmek ister” der.

Genel müdür şaşırır.

Cumhurbaşkanı Gül ile hiç bir tanışıklığı yoktur.

Şirketinin de devletle, Çankaya ile bir işi de yoktur.

Aklına ilk gelen birilerinin dalga geçtiği olur.

“Bağla bakayım” der.

Sekreter telefonu bağlar.

Karşısında son derece resmi bir ses, “...’le mi görüşüyoruz” diye sorar.

“Evet” yanıtını alınca, “Sayın Cumhurbaşkanımızı bağlıyorum” der.

Genel müdür hala dalga geçildiğini zannetmektedir.

Fakat birdenbire telefonun diğer ucunda Abdullah Gül’ün sesini duyar.

Gül’le karşılaşmamıştır ama televizyonlardan sesini ve konuşma tarzını bilmektedir.

Şaşırır.

Nasıl hitap edeceğini bilemez.

“Buyrun Sayın Cumhurbaşkanım” der.

Gül hafif bir girizgahla hal hatır sorar ve ardından konuya girer.

“Biliyorsunuz gençler sizin şirkette çalışmak için can atıyorlar. Benim kızım da sizin şirkette çalımak istiyor. Mümkünse size yollayabilir miyim?” diye sorar.

Genel müdür şaşkındır.

Gençlerin bu şirkete girmek için can attığını bilmektedir.

Şirkette çalışan gençlerin kısa sürede yükseldiğini, şirketin yurt dışındaki ofislerinde çalışma şansı bulduklarını ve iyi para kazandıkları bilindiği için üniversiteli gençler arasında şirket çok popülerdir.

Genel Müdür bir Cumhurbaşkanı’nın kızına torpil yapmak için aramasına şaşırır.

Ne yanıt vereceğini bilemez. Çünkü şirketin çok sert işe alma prosedürleri vardır ve bunlar uluslararası kurallarla belirlenmiştir.

Yazılı bir başvuru yapılacak. Bu başvuru olumlu bulunursa yüzyüze bir görüşme sonrasında işe alıp almama kararı verilecektir.

Prosedür budur ama bunu Cumhurbaşkanı’na nasıl söyleyecektir.

Zordur ama söylemek zorundadır.

Genel müdür Abdullah Gül’e şu yanıtı verir:

“Efendim bizim şirketin çok katı kuralları var. İş başvuru formumuzu internet sitemizde bulabilir. Onu doldurup bize yollasın. Ben bir bakayım”

Abdullah Gül bu yanıtı beklememektedir ve beğenmez.

“Teşekkür ederim. O zaman biz başka yerlerle ilgilenelim” der.

Ben bu şirketin adını da, sanını da biliyorum.

Ama yazmıyorum.

Fakat olay aynen budur.

{SZ: Yazik, gercekten cok yazik. Ulkenin Cumhurbaskani, is bitiricilik yapip, aile uyelerini kayirtmaya calisiyor. Hak etmedikleri pozisyonlara o kisilerin yerlestirilmeleri icin bulundugu Cumhurbaskanligi pozisyonunu kullanmaya calisiyor. Sormak lazim, Hz. Muhammed yasasaydi, evlatlarinin hak edilmeyen pozisyonlara atanmasi icin ne kadar caba saglardi, Peygamberligini maddi cikar saglamak icin kullanir miydi? Evet, Sayin Cumhurbaskani Abdullah Gul, yaptiginiz Muslumanlikta var mi? Hani kizinizin basortusu ozgurluk semboliydi? Eh, buyursun kiziniz o ozgruluk semboliyle hakkiyla ise girmeye calissin... Degil mi? Niye hakkiyla o pozisyona gelmek isteyen kisinin onunu pozisyonunuzu kullanarak kesmeye calisiyorsun. Bu mu adalet, bu mu Muslumanlik? Eger bu Muslumanliksa, batsin o sizin tanimladiginiz Muslumanlik....}


February 19, 2008

Ekrem Dumanli'dan net "cek bir Fethullah"

Demokratcilik oynayan ama deyimi yerindeyse hocacigina sendizurilikten cekinmeyen Dumanli'nin gercek yuzunu yansitan emaili.

Sebebi, maili attigi kisinin, kendisine dair bir haber yayinlamasi; haber, yazarinin yazisini sansurlemesi, daha dogrusu, yayinlamamasi....

From: Ekrem Dumanlı [mailto:E.Dumanli@zaman.com.tr]
Sent: Monday, February 18, 2008 6:53 AM
To: Metin Bosnak
Subject: RE: Dumanli Dumanli
Sensitivity: Confidential

Senın soyadın bosnak ama sutun bozuk bosnak olamazsın mutlaka sende sırp kanı olmalı. Cunku gazeteyı ve benı baska gazetecılere jurnalleyen adam olsa olsa o cocugu olur… Senınle gorusecegız kahpeleık yaparak yalan yanlıs bılgı servısı yaparak profosorluk yapılmaz. Sen namuslu bır adam olsan hıc tanımadıgın bır ınsan hakkında ve bılmedıgın bır konuda jurnal calısması yapmazsın. Yureksız ve serefsız bır adama mesaj atma gıbı bır mecburıyette bıraktın


Ahmet Necdet Sezer'i elestiren dar kafa dinci zihniyete tavsiyem

Koru korune desteklediginiz Abdullah Gul ile Ahmet Necdet Sezer'in atamalarini bir karsilastirin bakalim.

Hangisinin yaptigi atamalar, gercekten pozisyonu hakkeden, alin teriyle kazanilmis atamalar?

Eminim, Allah katinda hangisinin kul hakki yedigi, hangisinin hakkedene degil hakketmeyene deger verdigi, hangisinin vatandaslarin refahi icin degil, kendi cikari icin cabaladigi, ortaya cikacaktir.

Size tavsiyem, oteki dunyaya gitmeden once hangi tarafta olacaginiza karar vermeniz. Kul hakki yiyenden yana misiniz; yoksa rusvet niyetine, temsil ettigi devleti rezil rusva edercesine aldigi, karisinin boynuna taktigi milyon dolarlik rusvet takisinin hesabini veremeyenden yana misiniz?