March 29, 2008

Cumhuriyet'e ihanet eden cetenin medyadaki uzantilari...

http://www.gasteci.com/foto/tercuman4.jpg

Soldan saga:

Ahmet Altan - Sanirim tum Turkiye bu zat-i muhteremin ne mal oldugunu az cok biliyor. Kenidleri Turk kelimesinin dunyadan silinme taraftaridir. Ayrica yakin zamanda Taraf adli gazeteyi cikartmaya baslamistir. Gazetenin slogani ise, kahrolsun milliyetci Turkler, yasasin Turk ve Turkiye dusmani teroristler, kahrolsun Turk ordusu, yasasin seriat, kahrolsun adalet, yasasin beni kayiranlar ve kayirtanlar! Bu kisi kendisini demokrat olarak tanimlar, ama alakasi yok. Yasalara saygisi yok. Turk yasalarina, Nazi yasalari gozuyle bakar. O yasalar kendi hosuna giden kararlar alirsa bu gorusu kisa sureligine de olsa rafa kaldirir, o karari alanlari en buyuk demokrat ilan eder. Tabii bu kisilerin yasalara uygun yada aykiri karar vermis olmasi kendisini ilgilendirmez. Onemli olan, kendi mikro-fasizmine destek versin...

Samil Tayyar - Uzerinde fazla konusmaya degmez. Fethullah ajani olarak medyaya surulup, kiskirtma yapmak, halki birbirine dusurmek, ve halkta Fethullah karsitlarina karsi olan guveni yok etmek uzere amac edinmis bir kalemci-militan. Hayattaki en buyuk amaci Fethullah Gulen'i once Halife sonra Peygamber olarak once Turkiye'nin sonra, adi degistirilecek olan yeni ulkenin basina getirmek. Ucuk bir dusunce ama, zaten, akil sagligi konusunda raporlar Fethullah hastanelerinde alinmis ozel rapor bulunan bu kisi hakkinda farkli dusunmek uygun olmazdi. Akil sagligi ne olursa olsun, ise yaradigi muddetce, tarikat ajani olarak gorev yapmak mecburiyetinde...

Fehmi Koru - Vaktinde CIA icin calismis, Bin Ladin tarzi bir kisilik. Tabii ki Bin Ladin'in tersine kendi zevk ve sefasina cok daha duskun, o yuzden, ne kadar para verirseniz, o kadar tatminsiz oldugunu gostermek uzere kurulu bir yapiya sahip. Tahminen, Allah bile kendisini doyuramaz. O kadar olayi asmis sapiklikta bir beyin yapisina sahip. Siz siz olun, kendisinin gozune gozukmeyin, kiskancliktan hakkinizda ne yazacagi size ne tur iftiralar atacagi belli olmaz...

Ergun Babahan- Medyada su anda satilmis mertebesindeki en kidemli yazarlardan. Kac paraya satin alindigi bilinmiyor, ama satin alindigi teyit edilmis bir gercek. O yuzden, yazdigi hic bir yaziya guven duymamak en dogrusudur. Yazdiklari, parayla yazdirilmis yazilar oldugu icin, gerceklik payi asiri miktarda duruma baglidir. Eger have bulutluysa, kendisinin yazilari da o kadar umutsuz iftiralarla doludur. Ama, fazla takmamak lazim. Su an icin Abdullah Gul'un ayakkabasinin altini ustunu icini yalamakla mesgul. Yalayacak ayakkabi kalmadiginda, kendisi de kalmayacaktir...


Emre Akoz = Fethullah'in kopegi?

FATIH ALTAYLI

Emre Aköz son günlerin en çok eleştirilen gazetecisi.
Yazdıklarını bakınca eleştirilerde haklılık payı var.
Kendine saygısı olan bir adamın yazmayacağı şeyleri yazıyor, olmayacağı kadar taraf oluyor.
Müthiş bir aidiyet duygusu içinde militanlaşıyor.
Peki Emre Aköz niye böyle!
Yazacaklarım sadece Emre Aköz’ün değil bazı başka isimlerin de niye böyle olduğunun yanıtı olacak belki de.
Emre Aköz sosyoloji okumuş, kültürel birikimi güçlü bir gazeteci, dergiciydi.
Gezip tozmayı seven, yiyip içen muhafazakarlığın yanına uğramadığı bir adamdı.
Yıllarca gazetecilik yaptı.
Ama bir türlü beklediği çizgiyi yakalayamadı.
Çok okunmadı, çok beğenilmedi. İstediği konumlara gelemedi.
Kıyıda köşede kaldı.
O ise daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor, değerinin anlaşılmadığına inanıyordu.
Bir kaç yıl önce Sabah Fethullah Gülen cemaati ile ilgili bir yazı dizisi hazırlayacaktı.
Bu iş Emre Aköz’e verildi.
O zaman Sabah’ta değildi, bildiğim kadarıyla Emre buna itiraz etti.
"Ben bunları tanımam, bilmem sevmem, yapmayayım bunu" demiş.
Ancak ısrar edilince kabul etti ve diziyi hazırladı.
Emre’nin dönüşümü ondan sonra başladı. Dizinin yayınlanmasından sonra cemaat onu bağrına bastı. Toplantılarına çağırdılar, yurt dışındaki gezilerine götürdüler, konuşmalar yaptırdılar.
Emre’yi önemsediler.
Emre çok hak ettiğini düşündüğü ilgiyi ve itibarı orada gördü ve buldu.
Ve ardından Emre’nin dönüşümü başladı.
Gördüğü itibarın karşılığını veriyor, karşılığında daha fazla itibar görüyordu.
Kendini bu kısır dönüye kaptırıp gitti.
Emre’yi düşüncelerinden ötürü eleştirecek halim yok.
Bu köşeye bile konu olmayı başardığına göre tutturduğu çizgiyi kendi açısından başarı olarak bile görebilir.
Ona da itirazım yok.
Ama terbiye sınırlarını aşmasına, yakınlığın ölçüsünü kaçırmasına gazeteci olarak itirazım var.


ORAY EGIN

Kendisinin iki büyük terbiyesizliği oldu şu son günlerde. Bir kere TRT ekranına çıkıp Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan halkı Ergenekon’la ilintilendirmesi bugüne kadarki günahlarının belki de en büyüğüydü. Hayatta bugüne kadar hiçbir şey olamamasının, hep bir yere itilip kakılmasının ve adam yerine konulmamasının intikamını günümüzün iktidarına karşı kahverengi ruj sürerek göstermesinin daha itidalli bir uzantısı olabilirdi halbuki. Eskiden de ciddiye alınmazdı, bir parodiydi ama şimdikinden daha düzgün bir parodiydi.

Keşke bu dönemi ranta çeviren ağabeylerinden üslup ve şıklık öğrenseydi. Kraldan çok kralcılık ve kaba bir ideoloji tetikçiliği yerine.

TRT spikeri nazikçe onu uyarıp iki olay arasında bir bağlantının kanıtlanmadığını söylerken de “Ben biliyorum, ben söylediysem doğrudur” diye o koltuğuna yapışmış kantin sosyologu havasını sürdürmesi daha da ayıptı.

Bir başkasının utancını onun adına yaşarsınız ya, hiç kimsenin kendini bu kadar alçaltamayacağını düşünüp onun adına yüzünüz kızarır ya... Öyle bir andı izlemek. Maalesef, bu kadar dipte, bu kadar aşağıda yaşıyor bu canlı türü.

Benim için daha da büyük ayıbı şu oldu: Yazısının sonuna “İnşallah 83 yaşındaki İlhan Selçuk’a gözaltında iyi bakılır. Aksi halde hükümetin üstüne kalır” diye not koymuş.

Nedir bu, iyi niyetli bir temenni mi, hükümete karşı bir uyarı mı? “Bir seri katilin güncesinden” notlar mı? İlhan Selçuk ve “üzerine kalır” kelimeleri nasıl aynı cümle içinde kullanılır? Tam olarak anlatamamış olabilirim ama içten, samimi hiç değil. Sadece çirkin bir ifade.

Ben mesela “Bedava yedikleri restoranlar Emre Aköz ve karısına iyi baksın, şişip patlarlarsa üzerine kalır” yazarsam yakışık alır mı?



Not: Benim esas merak ettigim Fethullah, Akoz'e kopek ayarini ne zaman yapip, takmayi unuttugu tasmasini boynuna takacak...Fethullah'a da nice besleme-kopek yetistirmelere!!!


March 23, 2008

Turkiye'deki Islami-fasist parti AKP'nin devletten ve Cumhuriyet'ten intikami

Ilhan Selcuk'un gozaltina alinmasina deginmeye gerek yok. Sacmaligin alasi.

Hele de Fethullahci Savcinin ve Emniyetteki Fethullahci kadrolarin bu "kanitsiz" sadece ve sadece gozdagi anlami tasiyan gozaltina almadaki performansi tam Hz. Muhammed'e havalelik (bunlar sadece bundan anlarlar).

Simdi, ortaya dokulen bilgilerden sonuncusuna bakalim. Perincek'in gozaltina alinmasinin sebebi, gozaltindakilerden birisinin verdigi iddia edilen ifadeye dayaniyor (hani iskence, tehdit, yada ozgur birakma gibi yollarla elde edilen ifade gibi). Ifade de zaten kanit ozelligi tasimiyor. Denilen, sadece, Perincek'in parti altyapisini kullanarak eylem yapabilme olasiliginin bulunmasi. Perincek'in kisiligine atifta bulunarak yapilmis bir ifade. Ortada ne bir belge, ne bir yazisma var. Zaten buyuk ihtimalle de boyle bir belge bulamayacaklar. Cunku yok!

Neyse, sebebin komikligini gorebiliyor musunuz?

AKP hakkinda acilan davanin iddialari bile cok daha gercekci. Ve, AKP'nin ust kadrosunun gozaltina alindigini ben su vakte kadar gormedim. AKP'nin olusturdugu tehdit, belki PKK tehditinden bile buyuk. Ama buna ortada atilmis bir adim yok.

Tersine, AKP'yi guden tarikatlarin duzenledigi operasyonlarla Cumhuriyet'in nefes alma ozgurlugu bile kisitlanmaya calisiliyor. Bunun adini koyalim. Bu, Islami-fasistlerin ruhani lideri Fethullah Gulen'in seytani bilincinin yumurtladigi ve diger tarikatlarca da baliklama atlama seklinde desteklenen, ve de iktidardaki tarikat kontrolu altindaki eski talibanci Tayyip Erdogan'in yonetiminde gerceklesen bir operasyon.

Su an, Ilhan Selcuk, Kemal Alemdaroglu, ve Dogu Perincek. Boyle sacma sapan, o dedi, bu dedi, gibi Samil Tayyar'lik ya da Fehmi Koru'luk iftiralarla (bunlarin ibadet ettigi Islam'in bildiginiz uzere bes en onemli emri, iftira atmak, kul hakki yemek, rusvet almak, adam oldurmek, ve turban takmak), emin olunuz, her Ataturkcu, her icten Cumhuriyet evladi tehdit altindadir.

8 aydir ortada bir iddianame yok. Bulunmus elle tutulur kanitlar yok. Aynen Van Yuzuncu Yil Universite Rektoru'nun basina gelenler gibi, tarikatin gorevlendirdigi devletin icine sizmis bir Fethullahci ajan-savci eliyle operasyon gerceklestiriliyor. Sonuca ulasmayacagi belli. Amac, Cumhuriyet kadrolarinin fiziki yada ruhsal olarak tasviyesi. Ilhan Selcuk ve benzerlerine yapilanlar fiziki tasviye, Sabah yazarlarinin basina gelenler ise ruhi tasviye.

Ne diyelim, yaziklar olsun. Tayyip'e ve saf saf onun attigi yalanlara kanip, uc bes kurus rusvete oyunu satanlara.....


March 21, 2008

Hz. Fethullah'in gazetesi Zaman'in icyuzune bir ornek daha

Istanbul Ticaret Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar dersinin hocası ve Zaman gazetesi yazari Doç. Dr. İbrahim Öztürk, 18 Mart Salı günü derste "Benim ailemin düşüncesine göre Alevi kadınları or...dur!" dediği iddia edildi.

Simdi biraz dusunun, bu yuksek egitim almis zat'i un-muhterem, Aleviler hakkinda boyle dusunuyor, kimbilir diger dinlerin mensuplari hakkinda ne dusunuyor olmali? Bu insanlar disarida Islam hosgoru dinidir diyerek dolasip, takdir ve saygi toplamaya calisirlar. Ya bu insanlar Musluman degil, yada Islam soylendigi gibi bir din degil. Sizce hangisi dogru? Ben gorusumu soyleyim, Hz. Muhammed'den sonra Fethullah Gulen'i Hz. Fethullah diye Peygamber ilan eden bir tarikatin mensuplari ne kadar Musluman olabilir ki?



March 20, 2008

Kendini Allah yerine koyan bir Bakan portresi: Recep Akdag

SUKRU KUCUKSAHIN

Mekán Erzurum’un ünlü Tortum Cağ Kebap Lokantası’nın VIP bölümü.


Konuklar Erzurum Milletvekili ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, TBMM İdare Amiri ve Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak, Vali Celalettin Güven, Büyükşehir Belediye Başkanı, AKP İl Başkanı ve adlarını öğrenemediğim bir-iki isim daha.

Lokanta sahibi Kemal Koç, bu önemli konuklarını ağırlamaktan çok memnun.

Koç, konuklarının yanına gelip onlarla ilgilenme gereği duyuyor.

Hoşbeşten sonra Bakan Akdağ ile Koç arasında şu sohbet geçiyor:

Recep Akdag - Kaç yaşındasın Kemal Bey.

Kemal Koc - 60.

Recep Akdag - Peki, hacca gittin mi?

Kemal Koc - Henüz nasip olmadı Sayın Bakanım, gidersem de gizli gideceğim.

Recep Akdag - Bu yaşa gelmişsin, hálá hacca gitmemişsen ne işe yaradı?

Kemal Koc - Her hacca giden iyi inançlı demek değil Sayın Bakanım; hacca gitmedim, ama bende hafızlık var.

Recep Akdag - Valla Kemal Bey, eğer hacca gitmediysen öbürlerinin önemi yok.


March 18, 2008

Linc!

REHA MUHTAR

Hayatımın kararlarını vicdanımın sesine göre verdim...
Ben kimseye o kişiye gıcık kaptığım ya da bir çıkara hizmet edeceğini düşündüğüm için karşı çıkmadım, muhalefet etmedim...
En ağır eleştirileri yaparken, en damar konularda itirazımı söylerken, hiç çekinmedim, korkmadım...
Çünkü demokrasiye inanıyordum, demokratik rejimde uyarı hakkımı yaptığımı düşünüyordum, kimseye gıcık olduğum için eleştirmediğimden bu eleştirilerin demokrasiyi güçlendirdiğine inanıyordum...

***


Açık söyleyeyim dün gördüklerimden sonra ben “Türkiye’deki durumdan ürkmeye” başladım...
Dün kapatma davasına gösterilen tepkilerden ürktüm...
Tepkinin kendisinden değil, tepkinin antidemokratik niteliğinden ürktüm...
Bir iktidar partisi elbette hakkında kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısı’nın tamamen zıddını düşünebilir...
Böyle düşünmesi doğaldır..
Böyle düşünmek hakkıdır...

***


Medyanın iktidarı destekleyen bölümü, Yargıtay Başsavcısı’yla aynı düşünmeyebilir...
Doğaldır, karşı çıkmak onun da hakkıdır...
Ama bir ülkede ulusal medyanın bir bölümü Yargıtay Başsavcısı’nı hedef alarak, “Meclis’i de kapatın!!!...” diye gözdağı veremez...
Demokrasi ve hukuk devletinde bir kanun adamı bu kadar terörize edilerek, yasama-yürütme-yargı kuvvetler ayrılığı bu kadar ayaklar altına alınamaz..
Bu kadar faşizan bir düşünce olamaz...
Bu kadar farklı görüşleri ve yargıyı baskı altına alan faşist ve gestapovari bir yöntem olamaz...

***


Ne demek “Meclis’i de kapatın?..”
Kime söylüyorsunuz bunu?..
Düşmana mı?..
Ne demek “milli iradeninin önündeki engel?”..
Milli iradeyle kapatma davasının ne ilgisi var?..
Bu kadar ucube bir demokrasi anlayışıyla bu ülke nasıl demokratlaşacak?..

***


Yargıtay Başsavcısı bu ülkede üst düzey bir hukuk adamı...
Görüşlerini paylaşmayabilirsiniz ama hukuki görevini yaptığını düşünen bir başsavcıya ne hakla ve hangi saikle böyle saldırabiliyorsunuz?..
“AKP laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi” diyormuş Başsavcı...
Çıkarsınız kaşısına, “Nereden çıkmış benim laik faaliyetlerin karşıtı olmam... Şunları şunları şunları yapan bir partiyim... Nerede benim laiklik karşıtı faaliyetlerim...” der cevabınızı verirsiniz...

***


Haşa...
Medyadaki iktidar cephesiyle, bizzat iktidardakilerin cevabı şöyledir:
“Ey adam; Milli iradenin kaşısında duramazsın...”
Yani şunu mu diyorsunuz...
“Milli irade laiklik karşıtı faaliyetleri istiyorsa sen buna birşey diyemezsin... Meclis istiyorsa sıkıysa gel Meclis’i de kapat...”
Siyasal Bilgiler’de ben yanlış mı öğrendim demokrasiyi ve hukuku acaba?..
Bu ne korkunç bir anlayıştır?..
Kimse çoğunluk diye, yasalardan söz edemeyecek mi bu ülkede?..
Anayasa’dan söz edilemeyecek mi bu memlekette?..
Çoğunluk demek, Anayasa yok demek mi, Cumhuriyet tarihe karıştı demek mi, bu ülkede hukuk adamı iktidara bir dava açamayacak demek mi?..
Böyle bir demokrasi, böyle bir milli irade, böyle bir hukuk düzeni dünyada diktatörlüklerden başka bir yerde var mı?..

***


AKP, Yargıtay Başsavcısı gibi düşünmüyor...
Elbette düşünmeyecek...
Elbette kendisi hakkında kapatma davası açana karşı söyleyecek bir, iki sözü olacak...
Ama bu söz, “Ben çoğunluğum sen milli iradeye karşı çıkamazsın” sözü değildir...
İktidar yanlılarının yaptığı gibi “Sıkıysa gel Meclis’i de kapat” demek hiç değildir...
Amerikan yargı sistemi ABD Başkanı Nixon’un Watergate’de üzerine giderken, Nixon onlara “Gel Temsilciler Meclisi’ni de kapat” mı diyordu...
Bill Clinton, Monica Lewinsky davasında yargının karşısına çıkarken, “Ben Amerikan halkının çoğunluğuyla Başkan seçildim... Beni yargılayamazsınız” mı diyordu...
Amerikan demokrasisi böyle mi işliyor...
O Clinton değil mi, yalan söylediğini kabul etmek zorunda kalan...
O Nixon değil mi, Watergate skandalının altında kalan?..

***


Bir kanun adamı böyle terörize edilemez...
Başbakan çıkar, “nerede görülmüş bizim laiklik karşıtı faaliyetlerimiz” der...
“Yanlış düşünüyorsunuz, yanlış dava açıyorsunuz...” deyip kendi kanıtlarını teker teker kamuoyunun önüne sunar...
Dava süreci boyunca kamuoyunun gözünde kendini aklar, sonra da yargıda temize çıkmaya bakar...
Demokrasiye ve hukuka saygılı tutum budur...
“Sıkıysa Meclis’i de kapat...”
Dün iktidar yanlısı basın ve kalemler bu minvalde yazdılar...

***


Ben de bundan ürküyorum artık...
Demek Türkiye’de bir hukuk adamı bile karşı çıkamayacak hiçbir şeye...
Asker bir şey söylese “Kahrolsun militarizm... Darbe mi istiyorsun... Muhtıracılar...”
Anayasayı korumakla yükümlü bir kanun adamı, Yargıtay Başsavcısı bir şey dese, “Sıkıysa gel Meclis’i de kapat... Milli iradeye karşı mı çıkıyorsun?..” diye gözdağı verme...
Bir kanun adamını bile her taraftan terörize etme...
Bu demokrasi değildir...
Nerde gördünüz, nerde okudunuz bilmiyorum ama böylesi bir terörize girişiminin adı linçtir...
Ve siz hep beraber bir kanun adamını linç ediyorsunuz...
Ürkütücü olan budur...
Başbakan, AKP veya iktidarı savunan medyanın kendisini savunması doğaldır...
Demokratiktir...
Ama, “Sen kimsin milli iradeye karşı çıkıyorsun?..” demek, “sıkıysa gel Meclis’i kapat” diye gözdağı vermek, artık hukuğu bile zapturapt altına alan bir çoğunluk diktasına gitmek istemek demektir...
Türkiye’de demokrasiye en fazla sahip çıkması gereken medyanın bile bir bölümü, hızlı çoğunluk goygoyculuğuyla insanları terörize noktasına sürükleniyorsa, artık yapacak bir şey yok...
Anlıyorum ki toplumun bütün muhalif sesleri ister kanun adamı, isten basın, ister asker bir şekilde terörize edilerek susturulacaktır...
Tablo maalesef budur...
Ürküntüm kendim için değil...
Türkiye’deki hukuk sisteminin ve demokrasinin düştüğü durumadır...



Hukuk değil de ordu mu çıksın!

YALCIN DOGAN


DEPREMİ bir ay önce hissediyor. Tayyip Erdoğan AKP için kapatma davası açılacağını bir ay önceden biliyor.

Onun için, Japon modeli diye ortaya atılan, parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliği hazırlığı yeni değil. AKP şimdi bu atağa kalkıyor.

Ve kapatma davasından daha vahim bir durum doğuyor.

O vahim durum, Tayyip Erdoğan’ın iki gündür ağzından düşürmediği söz:

"Milletin iradesi karşısına hukuku çıkartıyorlar."

1- Evet, tam da o. Bütün demokrasilerde olduğu gibi, elbette, hukuk çıkacak. Yok, hukuk yerine ordu mu çıkacak?

2- Erdoğan demokraside hukukun üstünlüğünü bir yana atıyor.

3- Ama, eleştirdiği hukuka dayanarak, parti kapatmayı zorlaştıran hukuk düzenlemesine gidiyor.

4- En vahimi, iktidarı için kendi hukukunu yaratıyor. Totaliter zihniyet.

AİHM İZLİYOR

AKP’yi kapatma davasını, bütün dünya gibi, AİHM de izliyor.

Demokrasilerde parti kapatılmaz, gibi standart bir slogana, benim karnım tok. Parti kapatmak elbette hoş değil. Ancak soru, nasıl demokrasi?

Hitler’i
iktidara taşıyan sadece oy vermeyle sınırlı, şekli demokrasi mi, yoksa hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi mi? Hangisi?

AİHM, RP’nin kapatılmasını onaylarken, hareket noktası şu:

"Şeriat demokrasi ile bağdaşmaz. Oysa, RP’nin projesi bu. Üstelik, onun iktidarda olması, şeriat tehlikesini yakınlaştırmaktadır."

AKP’nin kapatılma iddianamesi de, aynı tehlikeye dayanıyor. Aldığı oy ikinci planda. Asıl olan, laiklik. Demokrasinin temeli. O temel AKP ile tehlikeye düşüyor.

Partiler ve iktidarlar üzerinde, bütün demokrasilerde hukuk denetimi var. Kuvvetler ayrılığının nedeni bu. Böyle bir ayrım ve denetim olmaz ise, her istiyen iktidar, oy çoğunluğuna dayanarak, istediği rejimi getirebilir.

Hukukun üstünlüğü, aldığı oya bakmadan, iktidarlara bu serbestliği tanımıyor.

İktidarı boyunca, herkesle kavga eden Erdoğan, şimdi hukukla savaşa giriyor.

AKP müzesinde üç eski solcu

AKP’de az zamanda büyük işler başaran üç eski solcu var.

Ertuğrul Günay. Kapatma davasına en keskin çıkışlardan biri ona ait. "Türkiye’nin iyiliğini istemeyen çevreler çok önemli yerlere sızmışlar". Bu durumda, kapatma davasını açan Yargıtay Başsavcısı önemli yerlere "sızan" biri. Otuz yıllık arkadaşım Ertuğrul Günay’a soruyorum, "Sen eskiden CHP’ye mi sızmıştın, yoksa şimdi AKP’ye mi sızdın?" Eski solcu, şimdi AKP militanı.

Soldan sağa muhteşem bir dönüşle, AKP’den milletvekili olan Zafer Üskül mangalda kül bırakmıyor. Temmuz-mart, sekiz ay gibi kısa sürede, siyasal yasaklılar listesine girmeyi başarıyor. Yaptığı açıklamalar karşısında, AKP yönetimi bile onu uyarmak gereğini hissediyor.

Bir zamanlar Ecevit’in prenslerinden. Haluk Özdalga, AKP dalgasına öyle kapılıyor ki, kapatma davası üzerine, "Başsavcı suç işlemiştir, yargılanması gerekir" sözüyle, ara ki bulasın, inci değerinde.

AKP müzesinde bu üç eski solcuya ayrı bir köşe açılıyor.

Gül otomatiğe bağlı değil

SİYASAL yasaklılar listesinde en başta Abdullah Gül var. Davayı duyunca, ilk tepkisi, "ben siyaset üstüyüm" gibi, kendini kurtarmaya yönelik.

Dün pek çok anayasa hukukçusu ile konuşuyorum. AKP kapatılırsa, Gül’ün durumu ne olacak?

Üç görüş var. Bir bölümü "yasak kapsamına girer, Cumhurbaşkanlığı düşer" tezinde. Bir bölümü, "Cumhurbaşkanıdır, yasak kapsamına girmez" görüşünde. Üçüncü grup, "bu durum ilk, incelemek gerek" düşüncesinde.

Şimdi Cumhurbaşkanı ama, davaya konu olan eylemler sırasında partide ikinci adam. AKP kapatılırsa, Gül için ayrı bir karar gerekecek. "Siyasetin üstündeyim" diyerek, sıyrılması otomatiğe bağlı değil.


Hangi demokrasi?..

BEKIR COSKUN


GÖRDÜĞÜNÜZ gibi "demokrat" sayısı bilinenden fazla.

"Parti kapatma demokrasiye uymaz" diyorlar.


Bilirsiniz, bizim toplumumuz dünyanın en demokrat(!) toplumu olduğu için, demokrasisiz yapamaz ve size saf saf sormak kalır:

"Demokrasimizin neresine uymuyor?.."

"Kapatma kısmına..."

Yazarlarımız yorumlarında "demokrasiden" söz etmeye başladılar. Aydınlar "ama demokrasinin şeyi ortadayken" diyorlar. Kızgın okurlarım mesajlarına, "Demokrasiye inanmayan senin gibi adama, aha şu bacağımı..." diye başlıyorlar...

O çenesi büyük yorumcuyu dinliyorum televizyonda, "Demokrasimiz bu ayıba layık değil" diyor.

*

Hangi demokrasi?..


Bu memlekette demokrasi oldu da mı zarar görsün?..

Seçmenlerin bir kişiye (liderlere) oy verip ama 550 kişiyi seçmiş olmaları ve kimi seçtiklerini seçtikten sonra gazetelerden öğrenmeleri miydi demokrasi?..

Halkımızın nohut ve kömür karşılığında oylarını satmaları mıydı demokrasi dediğiniz şey?..

Bir dönün bakın; demokrasinin icra edildiği yer Meclis’e; liderler daha ağızlarını açar açmaz alkışlayan kurşun askerler demokrasinin neresidir?

Ya da; demokrasilerde "dokunulmazlığın" arkasına saklanıp vurgun, soygun yapma, suç işleme özgürlüğü var mıdır siyasilerin?

Böyle midir demokrasi?..

*

İşte daha dün:

Başbakan, partisinin kapatılma kararını kendi milletvekillerine yorumlarken "Bu iş bizim oyumuzu artırır" dedi.

Ne iş?..

Söyler misiniz; suç işlemek oy mu artırır?..

Rejimi yıkmakla suçlanan bir siyasi partinin oylarının artması, dünyanın hangi adam gibi ülkesinde olabilir?..

Nasıl olur?..

*

Bu demokrasinin bu kadar kiri pası kimseyi rahatsız etmedi de, laik cumhuriyeti savunmak isteyen bir yürekli savcı sizi rahatsız etti.

İçine bu kadar rezalet sığan bir demokrasinin altına, bu sefer de cumhuriyeti yıkmak isteyenleri gizleyeceksiniz...

Peki, bu nasıl demokrasidir..



Demokrasi soytarilarina (ozellikle Yeni Safak, Zaman, ve Sabah'ta yazanlara)

FATIH ALTAYLI

Palavracı demokratlar.
Çok gülüyorum bunlara.
İktidar yalakalağının, koltuğu korumak için mabat yalamanın adı “Demokratlık” olmuş.
“Parti kapatma demokratik değil”miş.
Tepkiler dehşetli.
Ulan yalaka taifesi, DTP hakkında kapatma davası açılırken niye pek sesiniz çıkmıyordu?
O partiden sayılmaz mı?
Onlara göre sayılmaz.
Utanmasalar şöyle yazacaklar “Adının başharfleri A , K ve P harfleri olan partiler hakkında kapatma davası açılamaz” veya “Son seçimlerde yüzde 46,6 oy alan partiler hakkında kapatma davası açılamaz”
AK Parti'yi destekleyen gazeteci taifesine bakıyorum da içlerinde bir tanesi bile “AK Parti laikliğe aykırı bir şey yapmadı” diyen yok.
Yani davanın gerekçesi ile ilgili satır yok.
Hepsi “Kapatma davası nasıl açarsınız” diyor.
“Batı bize gülüyormuş”
O kadar gazete okudum güleni görmedim.
Çünkü onlarda da parti kapatma var.
Kapatıyorlar da.
Çatır çatır.
Almanya’da da, Avusturya’da da, İspanya’da da kapatıyorlar.
Kapatmazsa zorla iktidardan ediyorlar.
Hem de AB destekli.
Hani bizim parti kapatmamıza karşı çıkan AB’nin desteğiyle.
Her demokrasinin, hatta her rejimin kendini koruma mekanizmaları vardır.
Bırakın “Demokrasilerde kapatma davası olmaz” palavralarını.
Olur. Bal gibi olur, aslanlar gibi olur.
Bundan sonra önemli olan AK Parti’nin iddianamede iddia edilen şeyleri yapıp yapmadığı.
Ona da ne AB karar verecek, ne AKP yalakaları,. ne de AKP düşmanları.
Söz artık yargıda.
Ne derlerse o...


March 11, 2008

Educating a liar called Obama! What a progressive scandal has taught us?

Sen. Obama Offers 5th Explanation of NAFTA-Gate

After days of misleading denials, Sen. Obama has finally acknowledged that a meeting took place between his senior economic advisor and Canadian officials regarding NAFTA. But Sen. Obama now claims that the detailed memo obtained by the AP describing the meeting – and Goolsbee’s downplaying of Obama’s anti-NAFTA rhetoric – is inaccurate. This is at least the fifth different explanation offered by Sen. Obama and his campaign.

1. 2/27/08 – ‘No conversations have taken place’ with the Canadian government on NAFTA. “Earlier Thursday, the Obama campaign insisted that no conversations have taken place with any of its senior ranks and representatives of the Canadian government on the NAFTA issue.” [CTV, 2/29/08

2. 2/27/08 – Obama advisor just said ‘hello.’ “Goolsbee: Canada’s consul general in Chicago contacted him ‘at one point to say ‘hello’ because their office is around the corner.” [ABC, 2/29/08 > ]

3. 2/28/08 - Rice: ‘There had been no contact.’ “The Canadian ambassador issued a statement that was absolutely false. There had been no contact. There had been no discussions on NAFTA. So we take the Canadians at their word…period.” [MSNBC, Susan Rice, 2/28/08]

4. 2/29/08: Sen. Obama: ‘It did not happen.’ Anchor: “So, completely inaccurate, did not happen, end of discussion.” Sen. Obama: “It did not happen.” [WKYC TV, 2/29/08 > ]

5. 3/10/08 – Sen. Obama: The meeting did happen, they did discuss NAFTA, but advisor just said Obama wanted to make NAFTA ’stronger for U.S. workers.’ “So here’s what happens. You’ve got one of my economic advisors goes and visits a Canadian embassy and they’re asking him questions and he says, ‘Well, Senator Obama isn’t planning to repeal NAFTA, but he wants to amend it to make it stronger for U.S. workers.’ The Canadian embassy writes it up as, ‘Well, maybe Obama is not as tough on NAFTA as you might think.’ And the Clintons start waving this and saying, ‘See? Actually, he’s the one.’” [Mississippi Rally, 3/10/08]




March 8, 2008

Allah'in ikinci oglu Peygamber Fethullah Gulen'in turbanperest muritlerinin sevmediklerini Allah adina Allah'a ulastirma arzusu sinir tanimiyor!!!

FIGEN BATUR

Bu hafta sayfamın başlığına siyah bant çekilsin.

Gusto sözcüğü silinsin.

Yazacaklarımın gusto ile uzak yakın ilişkisi yok çünkü.

Fotoğraf kalsın.

Dikkatler mümkünse tuttuğum kadehe çevrilsin.

O kadeh yüzünden yemediğim küfür kalmadı.

Hiç böyle bir yazı yazacağım gelmezdi aklıma.

Ne denir?

Yazdıranlar utansın.

Aslında niyetim başkaydı: Gustoluk iki konum vardı.

Biri Adco'nun ithal ettiği Trio şarapları için Tuus'ta verdiği davet, ikincisi Marianne Faithfull konseri öncesi Beyoğlu'nda açılan ve açılır açılmaz adı duyulan La Brise'de yediğim yemek.

İkisini de gelecek haftalara erteleme nedenim, yazdığım her yazı sonrası gelen ve her biri küfür açısından zengin babalanmalara duyduğum öfke ve cevap yetiştirme isteği değil aslında.

Birinci yazının mekanı Tuus, gazetelerde çıkan haberler doğruysa, el değiştirmiş. İzzet Çapa'nın işletmesine geçmiş, o yüzden yeni çehresini görene dek beklemeyi uygun gördüm. La Brise'i ise dar zamana sıkıştırmak istemedim.

Madem elim ve yerim boş o zaman uzun süredir beni rahatsız etmeye çalışan şu babalanmalar üzerine yazayım bari.

Konu tahmin edeceğiniz gibi cühelalar.

Ve onların vazife bellemiş gibi her hafta döşendikleri.

...

(Yazının burasında gelen elektronik postalara baktım. Niyetim yüzlercesi arasından rasgele bir ikisini seçmek. Ama olacak gibi değil. Bırakın imlayı, noktalamayı, cümle kurmaktan aciz bu meczupların gönderdiklerini sayfaya taşımak demek o oranda kirlenmek demek. Vazgeçtim.)

İyisi mi ortak noktalarından söz edip geçeyim.

Yazdığım her şeye kızmakla beraber en çok sayfanın başında duran fotoğrafıma kızıyorlar.

Daha doğrusu fotoğrafta tuttuğum kadehe.

Akıl veriyorlar: Bak kızım sen sen ol, diye başlayan cümleler..

Doğru yola davet ediyorlar: Bu gidiş iyi değil demeler..

Anama babama, ecdadıma sövüyorlar: Anladınız.

Dinsizin teki, aşiftenin önde geleni olduğumdan eminler: Bunu da anladınız.

Hazır yurtdışına gitmişken gittiğim yerde kalmamı öğütlüyor, kalmayıp da dönecek olursam kaçacak delik arayacağımı söylüyorlar.

Küfürlerine "sen ve senin gibiler" diye başlıyorlar.

Tehdit ediyorlar: Yanmakla, dayakla, belamı bulup, buldurmakla.

Özet bu.

Beş yıla yakın bir süredir aynı gazetenin aynı ekinde, aynı fotoğrafın basılı olduğu aynı sayfada, benzer şeyler yazıyorum.

Hoş, insanı yüreklendiren tepkiler de aldım, eleştiriler de.

Ama küfür?

Küfür, yeni.

Peki ne oldu da tuttuğum kadeh silaha, içindeki şarap kana dönüştü?

Siyaset yazmadığım, zülfü yare dokunmadığım, nasırlara basmadığım halde nasıl oldu da bunca nefret toplamayı başardım?

Ne zaman biriktirildi bunca öfke?

Ve neden?

Aslında belli: Ağustosta yazım yok. Dolayısıyla babalanma da yok.

Eylülde ufak ufak küfür başlamış.

Ekimde çoğalıp kasımdan sonra çığırından çıkmış.

Bu da neye denk geliyor? Seçim ertesine.

Gel de "yaşama biçimimiz tehdit altında" diyenlere güvenme.

Ben gene de iyimserliğimi korumaya, bilgisayarın başına çöreklenip önüne gelene nefret kusan cühelanın az sayıda meczuptan ibaret olduğunu düşünmeye çalışıyorum.

Yok öyle değil de, ortada sarıp sarmalayan, bulaşıp yayılan bir cinnet varsa, yandık.

Ben sen o, biz siz onlar, hepimiz yandık.

Tanımadığı, bilmediği, sataşmayan, dayatmayan birine sadece elinde şarap kadehi tutuyor diye tahammül edemeyen, neye tahammül eder bilemem.

Beni geçin.

Ben "ötekine" yönelik husumetin olsa olsa zerresiyim.

Allah yazdı mı yazan cesur yüreklere kolaylık versin.

Kapalıçarşı'nın kadın tuvaletleri için

kime başvursam!

Gelelim gusto dışı, ikinci konuya.

Ömrümün yirmi yılı Yolgeçen hanın bir odasında geçti.

Kapalıçarşı'nın Beyazıt kapısına yakın bu handa çalışırken kuzinimle en büyük sıkıntımız ne kesilen elektrik ne ısınmayan atölye ne sözünün eri olmayanlar ne de kadınız diye dolandırmaya kalkanlardı.

Sıkıntımız, gidecek tuvalet olmamasıydı.

Sabahın köründe girdiğimiz atölyeden akşam olmadan çıkmaz, bu sorun yüzünden de çevredeki esnafın soğuğa dayanmak için içtiği çaylardan yudum tadamazdık.

Tuvalet yok muydu?

Vardı, vardı da gitmek için Aslan Yürekli Richard gibi geniş bir yüreğe sahip olmak şarttı.

Nuruosmaniye girişindeki cami tuvaletleri olsun, çarşı içindekiler olsun kelimenin tam anlamıyla rezaletti.

Tek çare çarşıya fazla uzak olmayan otellerin ya da eli yüzü düzgün lokantaların tuvaletlerine gitmekti.

Son günlerde bir arkadaşımın kıramayacağım teklifi yüzünden yolum sık sık çarşıya düştü.

Eski tas, eski hamam.

Ben atölyeleri kapatalı on küsur yıl geçmiş ve Allah için bu sürede çarşı içindeki kadınlar tuvaletinde daracık girişi daha da daraltan turnike uygulaması dışında hiçbir şey değişmemiş.

Çalışmayan, daha doğrusu oradaki kadıncağızın şikayeti ile söylersek, her gelen çektiği için dolmaya vakit bulamayan sifonundan ötürü biri iptal üç alaturka hela.

Yerde pis plastik bir ibrik, kapıda parça parça kesilip ele tutuşturulan tuvalet kağıdı ve neden ıslak olduğu belli olmayan bir zemin.

Girmedim.

Girmedim ama girip de çıkarken gözlerini belertip kapıda duran arkadaşına aman sakın ha dercesine elini sallayan yabancı kadını görmezden gelemedim.

Bu olacak şey midir?

İstanbul'a gelen her turistin gittiği tarihi çarşıya temiz bir tuvalet yapmak zor iş midir?

Bunun için kime başvurmak gerekir?

Eminönü Belediyesi'ne mi, Kapalıçarşı Esnaf ve Zanaatkarlar Birliği'ne mi, varsa çarşı yönetimine mi, Valiliğe, Özelleştirme İdaresi'ne, Opet'e, Sivil Toplum Örgütlerine, Kadir Bey'e mi, kime?

İstanbul, Habitat'tan sonra Dünya Su Forumu'na ev sahipliği yapacak, otellerde sekiz bin oda ayırtıldı diye böbürlenmek yerine, gelen yirmi bin delegenin en az yarısının çarşıya gideceğini varsaymak ve çarşıyı Nuh nebiden kalma alaturka helalardan kurtarmak gerekmez mi?

Gerekir. Yüzün ister Batı'ya dönük olsun ister Doğu'ya...

Temizlik biri için elzem, diğeri için imandan gelendir.

Değil midir?

Gusto dışı üçüncü konu diye yazmaya devam ediyordum ki içim daraldı.

Üçüncü, dördüncü, beşinci.

Bitmez.

Ve kimse de cumartesi sabahı böyle muhabbet okumak istemez.

Sözüm söz: Gelecek hafta sadede gelecek, çekilen bandı sileceğim



March 6, 2008

Fethullah Gulen'in kanalindan secmeler!!!

MEDYATAVA

Samanyolu TV'de yayınlanan Oktay Usta'nın sunduğu yemek programında kadını çağrıştıran 40 yıllık yemek isimleri değiştirildi. Bakın Kadınbudu ne oldu, Dilberdudağı tatlısına ne isim kondu?.. Medyatava "gurme servisinin" gözünden kaçmadı!

Önceki gün yayınlanan yemek programında Kadınbudu Köfte'nin tarifi verildi. Ancak "Buna Kadınbudu demeyin, bunun adı Pirinçli Köfte" denilerek izleyiciler uyarıldı.

Bugün yayınlanan aynı programda ise Dilberdudağı Tatlısı'nın tarifi verildi. Ancak bu tatlının adına da Dilberdudağı yerine Ay Tatlısı denmesi önerildi. 40 yıllık yemek ve tatlı isimlerinin STV'de kadını çağrıştırdığı için değiştirilmesi seyircilerin tepkisine neden oldu...


- Tahminimi soyleyim, Kadinbudu ve Dilberdudagi'nin isimlerinin degistirilme isteginin arkasinda tek bir sebeb var, Fethullah Gulen'in bunlari gorunce abdestinin gitmesi - tabii dogal yolla degil. Garip ama kimbilir, belki de gercekten dogru...Tuh tuh tuh, bir de adami neredeyse Peygamber yapacaklar. Peygamberlik abdesti boyle kolay kaybetmeye musaade etmez, degerli Nurcular, Fethullahcilar, ve benzeri fetupicilar.


A worthy of your time analysis regarding Pennsylvania primary

Expertinent: Is Obama Doomed in Pennsylvania?

Wednesday, March 05, 2008 4:30
By Andrew Romano

Expertinent is a regular Stumper column featuring interviews with experts on the news of the day.

Next stop, Pennsylvania. From now until April 22--that's seven straight weeks--the diverse, delegate-rich and potentially decisive Keystone State will be ground zero in the epic 2008 Democratic contest."It could be like Iowa on steroids," said state Democratic Party chairman T.J. Rooney today. "It will be wild, is what it will be." This morning, Stumper talked to pollster and poly-sci professor G. Terry Madonna of Franklin & Marshall College in Lancaster, Penn., who knows the state inside and out, about what to expect--and what Hillary Clinton and Barack Obama have to do to win. Excerpts:

How important is Pennsylvania now?
The stakes are huge. Clinton has to prove that she can continue her streak. Obama has to stop her. The Democrats have an incredible dilemma on their hands. It starts in part from the fact that he can't win the nomination on pledged delegates alone--and she can't catch him.

Advertisement

Pennsylvania the last of the big states. It has 158 of the remaining 600 delegates to be elected. It's one of the three pivotal states in the last two elections. It was the sixth closest election in the general in percentage terms. It had the largest number of electoral votes among the most competitive states.

For Hillary, Pennsylvania gives her a chance to sustain the comeback and continue to make the argument that she's won the big electoral-vote states and the big swing states. She may not be able to catch Obama in terms of pledged delegates, but winning Pennsylvania would give her some claim, for what it's worth, that she should be the nominee down the line. On the other hand, if he can upset her here, it may be over. If it comes down to superdelegates, Obama can then make the case that he broke her streak in these big industrial states.

So Hillary is the favorite?
Definitely Hillary. I won't say that Obama can't win. I'm just saying that this is her state. One way to think about Pennsylvania is that it's like New Jersey and Ohio. The eastern part, particularly from Allentown south to Philly and in the burbs, is more like New Jersey, which went for her. And the western part of the state, the southwestern part of the state, it's more like northeastern Ohio--which also went for her. There's more of New Jersey and Ohio in Pennsylvania than there is Wisconsin and South Carolina.

You can see that in the polls so far. Clinton has had this commanding lead--15 to 23 points until last month in a poll that I did. Another poll shows about 10 to 11, 12, 13, in that range. Which is pretty typical of what we've seen before, where the race tightens up as the primary approaches and the campaigning gets more intense. But still, the advantage is hers right now. And don't forget: Pennsylvania is a closed primary. Republicans and Independents can't participate. So far, Obama has not won a primary with Democrats only. Pennsylvania will be a real test of that.

Frankly, this is Hillary's home turf. Her dad was born in Scranton and the Rodhams summered at Lake Winola when she was younger. The Clintons have deep roots in Pennsylvania. Paul Begala and James Carville... Carville ran Bob Casey's campaigns for governor. They ran Harris Wofford in 1991, who beat Dick Thornburgh in a special election. You could even say they got to where they are because they won Casey and won Wofford, and then Clinton hired them. So they know Pennsylvania backwards and forwards, probably more than any other state. They may be unofficial advisers, but you can bet they'll keep popping up. What's more, Bill Clinton is very close to the Democratic political community in the southeastern part of the state. He's been a frequent visitor. Gov. Ed Rendell supports her. The popular new mayor of Philadelphia, Michael Nutter, supports her as well.

You said that much of Pennsylvania looks a lot like Ohio. Are there any hints in last night's exit polls that point to a particular outcome in Pennsylvania?
Well, Clinton did better with white males than she did in previous primaries, and that will certainly help if it carries over to Pennsylvania. She did extraordinarily well with seniors--and Pennsylvania has the third-largest population of seniors (as a percentage of the electorate) in the country. They're a very good demographic for her. The other good demographic for her: Catholics. In Pennsylvania, 33 to 35 percent of our voters are Catholics, which is higher than the national average. Clinton won two-thirds of Catholics in Ohio, and they made up a smaller percentage (23 percent) there than they do here. So Catholics could give her a big boost. We also have fewer African-Americans. Only about 15 percent of the Democratic voters will be African-American. There was over 55 percent in South Carolina when Obama won.

Ohio was about 18 percent black, so it should be similar share of the electorate, right?
Right. Which means that they'll be about as helpful to Obama here as they were in Ohio.

In Ohio, about 20 percent of Democratic voters said that race was a factor in their decision--and three-quarters of them went for Clinton. So far, we've seen that Obama does worse among white working-class voters in states with moderate black populations, like Ohio, as compared to states like Wisconsin, which boast a smaller black vote but are otherwise demographically similar--perhaps, some have written, because historical tensions. Gov. Ed Rendell, a Clinton supporter, recently said that there is a meaningful number of Pennsylvania Dems who are "not ready to vote for an African-American candidate." Could race be a problem for Obama in Pennsylvania?
Well, 65 percent of our black population is in one city: Philadelphia. The working class parts of the state are pretty much all-white. There are very few African-Americans west of the Susquehanna River, and those are there areas where these white working-class voters dominate. Here's an example. I polled and followed carefully the election of Mayor Nutter in 2007. It was a primary with three white candidates and two black candidates in the city of Philadelphia. There was no race baiting and no race politics, and the winning black mayor got the largest percentage of white votes that any black candidate has received in the city's history. There's proximity with working-class neighborhood white guys in South Philly. Are there some people who won't vote for someone because he's black? Of course. Do I think it's a huge motivating factor? Absolutely not. I'm not going to tell you that racism is over. But it may not be much of a factor in Pennsylvania.

Let's talk about geography. Which areas will each of the candidates be mining for votes?
Obama will do well among upscale, educated Democrats in the Philadelphia suburbs. In fact, I would be surprised if he didn't win those voters. But if Clinton closes the gap and doesn't let him win there decisively, her advantages accrue in the southwest and the northwest--in the old mining and mill towns that are much like northeastern Ohio. They're Catholic, union, less well-off socially and economically. That's a whole cadre of counties in and around Pittsburgh, which is more of an atypical midwestern city than an eastern city. Culturally it's very different from Philly.

So that's where Hillary will be focusing?
Right. You've also got the northeast, Lackawanna and Luzerne, which is Casey country--as in the former governor, Bob Casey, Sr., and his son, the current U.S. senator, who's neutral in this race. [Jimmy] Carter and other centrist Democrats have done well in the northeast because of the same ethnic, Irish, Polish, Italian Catholics who dominate that region, much like the southwest. So she'll do well there.

How can Obama win?
There are two swing areas. The first is the Lehigh Valley, which is the Allentown region. It's a mixture--much more diverse ethnically, socio-economically and occupationally. The other is south-central Pennsylvania: Lancaster, Dauphin, Cumberland and York Counties. While they're Republican in total registration, they're big counties--meaning that there are plenty of Democratic votes to be had. I give him the edge in the 'burbs. If he wins Philly, he's got to hold her off in the southeast, southwest and northeast, as I indicated. He has to cut her edge down there. He's got to figure out a way not to lose 60-40 among seniors. Then winning the two swing areas would be helpful.

How does he make it happen?
In polls that I did in congressional races two years ago, we found that in the Philly and the 'burbs, the Iraq war was more important than it was in the state as a whole. Bush was more unpopular there than he was in the state as a whole. That means the Philadelphia region is one place where Obama can talk about foreign policy and the Iraq war. But overall, Iraq between January and February dropped among D's and R's as a concern. Only about one-in-five Democrats now say that it's their most important issue.

Plus it's most salient where he's already strong.
Right. Once you move outside of the Philly suburbs, it's much more about the economy, jobs and health care. In Pennsylvania, Democrats everywhere but the southeast are fairly conservative: pro-gun, pro-life. What we used to call Reagan Democrats.

Do you think Obama's strength among Republicans and independents could help him with Reagan Dems?
No. They're his weakest demographic. He didn't do well among them in Ohio. I wish for this sake of this argument that I could see a plan that he could use. But it's complicated. Perhaps what he can do is go out to the regions in the southwest and the northeast and make the argument that the Bush policies have been terrible, that he's about job creation, the same stuff... There aren't a lot of new arguments he can make.

Meaning that the next few weeks are going to sound a lot like Ohio.
Well, Pennsylvania's not in as dire straits in terms of job loss as Ohio and Michigan. The state will end the year with a surplus. There's moderate job growth--not as bad as you might think for an old industrial area. The economy is going through a transition. But yeah. There are still job losses, and it's still a concern that has to be dealt with.

How expensive will this crucial, seven-week battle be?
In the Philadelphia media market? Do you have a calculator? Philly is the fourth most expensive television market in the country. There are six television markets total in the state. Pittsburgh is the 19th, Harrisburg/Lancaster metro is 42nd, 43rd. You can spend $5 to $8 million on Philadelphia television. So we could see $10 to $15 million from TV alone. Wouldn't shock me at all. To give you a better sense of it, Gov. Rendell raised $42 million in 2002, and in 2006 he raised $30 million. In 2002, it took $15 to $18 million to beat Bob Casey in the primary.

So we'll see spending on a similar scale?
We're talking a $20 million primary. They can't afford to get scooped here. It may all be about the delegates in the end, but right now it's about momentum for the supers and the expectation of who can do well where. Each has a huge stake in the outcome.

The tone, especially from Clinton, has become much sharper over the past few weeks. Will Pennsylvanians mind all the snipping and sniping?
Pennsylvanians are used to rough-and-tumble elections. We're accustomed to pretty brutal campaigns. This isn't a state for the faint of heart. You go to Philadelphia, where there are indictments... It's a tough environment here. Plus, I think Hillary proved in Ohio and Texas that playing nice didn't win and not playing nice did. I imagine she'll continue on a similar track.

More of the same...
Absolutely. And maybe some new wrinkles.


March 4, 2008

Pandora’nın kutusu açıldı!

OZDEMIR INCE


ÇOK ihtiyacım olduğu bir anda Nilgün Cerrahoğlu (Cumhuriyet, 23 ve 25.02.08) hızır gibi yetişti. Cerrahoğlu’nun iki yazısından birer alıntı yapacağım.

DİNDEN GÜÇLÜ!

Avrupa Parlamentosu’nun İtalyan milletvekili, gazeteci Lilli Gruber, Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu Hasan el Banna’nın kardeşi, İslam álimi Gamal el Banna’dan "Kadın korunması gereken değerli bir varlıktır. Örtünme ve hicap bu hazineyi güvence altına alan bir mücevher kutusudur" mavrası hakkında görüş soruyor. Gamal el Banna’nın yanıtı şöyle:

"Kadının başını örtmesi gerektiğine dair hiçbir yerde yazılmış tek satır yoktur. İleri sürülen tek talep, kadının göğsünü örtmesinden ibarettir. Örtü ne var ki çok eski bir gelenek. Gelenekler ise dinden güçlü. Geleneği devam ettirebilmek adına din kisvesi kullanılıyor. Kutsal Kitap’tan (Kuran’dan) böyle kadın düşmanı yorumları çıkaranlar öncelikle iktidarla ilgilidir. Bu bir iktidar meselesidir."

İBNİ TEYMİYYE’DEN

Khaled Fouad Alam’ın, "La legge del Corano non impone il velo" ("Kuran yasası türbanı dayatmaz") başlıklı yazısından birlikte okuyalım:

"Aksi iddia edilse de; ’hicap’ hiçbir zaman İslam’da bir dogma, yasal zorunluluk ya da dini simge olmamıştır. ’Hicap’ın Kuran’da fiili bir temeli yoktur. Sözcük itibarıyla çok geniş anlamlar içeren ’Hicap’ın başörtüsü anlamında spesifik kullanımı; XIV. yüzyıl İslam fıkıhçısı İbni Teymiyye’nin icadıdır. Köleden (ya da cariyeden) farklı olarak özgür kadına örtünme kuralı bir aidiyet ve kimlik sembolü olarak İbni Teymiyye ile çıkmıştır. // İbni Teymiyye, 31. ayetteki genel ilkeyi, ilkesel içeriğinden soyutlayarak ’maksimalist’ (aşırı) bir yoruma tabi tutar ve ’normatif’ bir değer yükler. Altı çizilmesi gereken husus bunun bir ’yorum’ olmasıdır. ’Yorum’dan kural çıkartılmıştır."

O halde, İbni Teymiyye’nin yorumunu kendisine bırakılarak gerçeğe dönmenin zamanı gelmiş olmalı artık. İnsanın yorumu ne zamandan beri Allah’ın buyruğu oldu?

HACİVAT FEYLESOFLARI

Tıpkı Başbakan gibi "bir ulemaya sorma"yı çağdaş düşüncenin ilkesi haline getiren, kendilerini "fevkalade ciddiye alan" düşünürcüler, mütefekkirler var ülkemizde. Ama bu kimseler yazılarımdaki iddiaların ben fakirle ilgili olmayıp "ulema"nın düşünceleri olduğunu nedense görmezden geliyorlar. Ben sadece aracılık ve yalanbozuculuk (demistificateur’lük) yapıyorum. Türban konusunda dinci-İslamcı cephe yalan söylemekten, gerçeği saptırmaktan başka bir şey yapmıyor. Her zaman olduğu gibi.

Türkiye’nin huzurunu kaçıran, ülkemizi ve insanlarımızı büyük kaosa sürükleyen türban fesadını Allah’ın buyruğu olarak yutturmak alçakça fitnecilik yapmaktır.

Pandora’nın kutusu artık açılmıştır, yalanlar birer birer ortaya çıkacak, putlar birer birer kırılacak ve kadınlarımız gerçekten özgürlüğe kavuşacaklardır.

Anlamı yoruma izin vermeyecek kadar açık bir ayet konusunda iki Diyanet İşleri Başkanı anlaşamıyorsa, o zaman, AKP iktidarının uşağı Hacivat feylesofların iznine gerek kalmadan, bu konuda herkes söz söyleme hakkına sahip olur.


Dedicated to the honest and friendly Turkish Armenians...

TUFAN TURENC

Aşkale’deki kafayla diaspora kafası aynı


Gazetecilik fakültesinde çok sevdiğim ünlü bir profesör vardı.

Ermeni kökenliydi.

Ailesi Kayseri’den İstanbul’a göç etmişti.

Okulu bitirdikten sonra ilişkimiz hiç kopmadı.

Ona daha çok balıkçı lokantalarında rastlar, hal hatır sorar, sohbet ederdik.

Sonra birden ortalarda görünmez oldu. İzini kaybettim.

Aradan yıllar geçti, bir gün yine Ermeni bir arkadaşın işlettiği balık lokantasında rastladım ona.

Sarıldık birbirimize.

"Yahu, seni gördüğüme çok sevindim" dedi.

"Ben de öyle... Nerelerdeydin Hoca? Seni göremez oldum."

Anlattı.

Asala cinayetlerinin yoğunlaştığı dönemde üniversiteyi bırakmak ve Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış.

O günlerde içine sürüklendiği psikolojiyi kimseyi suçlamadan anlattı.

Fransa’ya gidip yerleşmiş.

Oradaki akrabalarıyla birlikte ticaret yapmaya başlamış.

"İşler iyi gitti. Epeyce para kazandım. Durumum çok iyi" dedi.

* * *

Ama yüzündeki hüzün Fransa’da mutlu olmadığını gösteriyordu.

"Tek sıkıntım var. Türkiye’yi çok özlüyorum. Ne zaman özlemim dayanılmaz hale geliyor, atlıyorum uçağa ver elini Türkiye. Burada bir süre kalıyorum, ciğerlerimi buranın havasıyla dolduruyorum ve Paris’e dönüyorum."

Sonra sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Yahu garip bir şey. Fransa’da bütün kemiklerim sürekli sızlıyor. Ama uçak ne zaman Türk hava sahasına girse ne sızım kalıyor, ne ağrım. O zaman ’Ulan Türkiye’ye geldik’ diyorum kendi kendime. Hemen hostese ’Türk Hava sahasına girdik mi?’ diye soruyorum.

’Evet efendim girdik’ diyor.

Biliyor musun bugüne kadar bir kez bile yanılmadım."

Türkiye’de kaldığı sürenin her saniyesini kaçırmadan yaşıyormuş.

Uyku bile uyumamaya çalıştığını söylüyor.

"Türkiye özlemi bambaşka. Allah kimseye çektirmesin" diyor.

Ben o güne kadar Türkiye sevgisinin bu kadar güzel anlatıldığını duymamıştım.

Gözlerim yaşarmadı desem yalan olur.

Onlar, Anadolu Ermenileri bu ülkenin öz evlatları. Hepsinin yüreği Türkiye için atıyor.

* * *

Dünkü Hürriyet’in manşet haberi önümüze geldiğinde fotoğraflara bakarken bu olayı anımsadım.

İçim titredi.

Aşkale’nin kurtuluş törenlerindeki Ermenilerle ilgili ilkel sahnelere izin verenlerin bu ülkeye düşmanlık tohumları ektiklerinin farkında olup olmadıklarını düşündüm.

Bir milleti, bir başka millete düşman olarak yetiştirmek benim anlayışıma göre gerçek bir insanlık suçudur.

Türk ve Ermeni halkları arasında ayrılık gayrılık yoktur.

Hepimiz aynı coğrafyanın çocuklarıyız.

Geleneklerimiz, göreneklerimiz, duygularımız, coşkularımız, hüzünlerimiz, ortak bir potada yoğrulup şekillenmiştir.

Aşkale’deki kafayla Amerika’daki diasporanın ve Erivan’daki şahinlerin kafası arasında en ufak bir fark yoktur.

Her üç kafa da ilkeldir.

Tek amaçları Türk-Ermeni düşmanlığını taze tutmaktır.

Çünkü onların varlık nedeni budur.


Amerikalılara taslağımızı gösterdik...

BEKIR COSKUN

DAHA dün sabah "ABD’den icazet almadık" diyordu iktidardakiler ve örtülü yandaşları.

Küfürbazım ise bilgisayarımdaydı:

"ABD’ye ancak senin gibi ..... çocukları şirin gözükmek ister... Aha şu bacağımı..."

Başbakan da kızmıştı:

"Diyorlar ki ABD istedi... Yahu sen..."

*

Daha "icazet" yalanlamaları gökten yağarken Hürriyet İnternet’in sağ üst köşesindeydi salata tabağı gibi fotoğraf ve haber:

"Anayasa taslağını gidip ABD’lilere anlattılar..."

Baktım ABD’de sırayla oturmuşlar; AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, anayasa hukukçuları Prof. Dr. Ergun Özbudun, AKP milletvekili ve danışmanları...

New York’a gitmiş, ABD’lilere taslaklarını gösteriyorlar.

Halkımız anayasa taslağını biliyor mu?.. Siz, ben, demokratik örgütler, hatta parlamento?..

Gören var mı?...

Yok...

Ama Amerikalılara sundular taslaklarını.

*

Niçin?..

Çünkü; Yeni Ortadoğu projesi içinde, Türkiye’de "Ilımlı İslam" modelini isteyen ABD’dir. Ve AKP’nin kafasındaki anayasa bunun önemli bir adımıdır. Bu bakımdan anayasa taslağı ABD’yi elbette ilgilendiriyor.

Bu nedenle "Koş Mir’im" demiştir AKP’li...

Mesele fikir alışverişi ise; hukukun beşiği olan ve tüm yasalarımızı aldığımız Avrupa’ya gitmeleri gerekmez miydi?

Kendi anayasa tarihi insanlık suçları ile dolu ABD’ye neyi danışacaklar dersiniz?

*

Amerikalılar arkadaşların taslağına baktılar da beğendiler mi, beğenmediler mi bilemeyiz.

Ama kimseyi ilgilendirmeyen taslağını bile gidip Amerikalılara gösteren bir zihniyetin, askeri harekátlarda "icazet alıp-almadığının" tamı tamına yanıtıdır bu.

Bu kadardır işte bağımsızlıkları...

Özgürlükleri...

Devlet adamlıkları...

Ve ulusal onurları...



Halka ‘eşek’ diyen belediye başkanı!


Değişmez bir siyaset kuralı vardır: İktidardakiler kan kaybetmeye başlayınca hırçınlaşırlar, çirkinleşirler ve saldırganlaşırlar... İlk seçildiklerinde verdikleri kardeşlik mesajlarını unuturlar, herkesle kavga

etmeye başlarlar...

AKP’liler de bu sürece girdi...

Genel Başkan Erdoğan’dan tutun da belediye başkanlarına kadar herkes, müthiş bir

hezeyan içinde... Önlerine gelene hakaret ediyorlar!

Son örnek; Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekçi...

Kadın Kolları’nın düzenlediği toplantıda kürsüye çıkmış ve “Bize hırsız diyemezler, namussuz diyemezler, emanete hıyanet ettiniz diyemezler. İşte bu yüzden gerici diyorlar. Olsun be... Biz onlara ‘çüş’ demek için gerideyiz” demiş...

Böylece aklı sıra partisini eleştiren halkı ve muhalefeti

“eşek” yerine koymuş...

Bu sözler, aslında bu beyefendinin düzeyini gösteriyor

ve insanın “Sizin gibi seviyesizler tarafından yönetilmeyi hak

etmek için ne günah işledik”

diyesi geliyor...

Yazıklar olsun!

***


Peki; Nihat Zeybekçi’nin “Bize hırsız diyemezler” diye başlayan sözleri ne kadar doğru?

Bakanlıklarda, Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nde, büyükşehir belediyelerinde olanları hepimiz biliyoruz...

Nihat Zeybekçi’ye ise, o sözlerin çok daha ağırı da söylendi!

Kendi şirketine ait bir tarlayı ticaret alanı haline getirip, büyük rant sağlamakla suçlandı...

Hem de “eşek” yerine koyduğu muhalefet tarafından değil...

Bizzat kendi partisinin İl

Genel Meclisi Üyesi İsmail Yarımca tarafından!

Haydi bunu hatırlamıyor;

peki MHP İl Başkanı Feridun Ünsal’ın daha üç gün önce kendisine yönelttiği ağır suçlamalardan da mı

haberi olmadı?

Ya eşi Ayşe Zeybekçi’nin yaptığını nasıl buluyor Denizli Belediye Başkanı?

Hanımefendi, eşi seçime girerken türbanlı...

Başkan olunca resmi

törenlerde türbansız...

Ve Başbakan, Denizli’ye geldiğinde yeniden türbanlı!

Bu mudur onun

“dürüstlük” anlayışı?

***


Ağzından çıkanı kulağın duysun Nihat Zeybekçi...

Bugün “eşek” yerine

koyduğun halk, günü gelir seni de öyle bir “teper” ki, neye uğradığına şaşar kalırsın!

*****

SOPA!

Allah’ın sopası yok ya... Adamı böyle rezil eder!

Denizli Belediye Başkanı’nın AKP’yi gerici bulanları “eşek” yerine koyup, “Bize hırsız diyemezler, namussuz diyemezler” demesinin üzerinden 24 saat bile geçmemişti ki; “kara haber” Mersin’den geldi!

Dorukkent Belediyesi’nin AKP’li Başkanı Şükrü Kartal, rüşvet, yolsuzluk,

uyuşturucu ticareti ve zimmetten tutuklandı...

Muhalefete “çüş” diyen Denizli Belediye Başkanı, acaba bu partidaşına ne diyecek?

*****

Benim merak ettigim, Nihat Zeybekci esek mi oluyor, yoksa esek oglu esek mi? Eger ilk secenek gecerli ise, kendisine sahsen cuslerimizi iletiyoruz. Eger ikinci secenek gecerli ise, o zaman da, kendisine sulalecek cussss diyoruz! Ya da kabaca halk tabiriyle, hasittir ulan!


March 3, 2008

Preacher Obama: Brief story of a political opportunist

Joseph C. Wilson

Obama's Hollow "Judgment" and Empty Record


Barack Obama argues that he deserves the Democratic nomination and Hillary Clinton doesn't because he possesses superior "judgment," as he calls it, on the key issues we face as a nation. As definitive proof he offers one speech he made in 2002 during a reelection campaign for an Illinois senate seat in the most liberal district in the state, so liberal that no other position would have been viable. When he made that speech, Obama was not privy to the briefings by, among others, Secretary of State Colin Powell, in support of the Authorization of Use of Military Force as a diplomatic tool to push the international community to impose intrusive inspections on Saddam Hussein.

Would Obama have acted differently had he been in Washington or had he had the benefit of the arguments and the intelligence that the administration was offering to the Congress debating that resolution? During the 2002-2003 timeframe, he was a minor local official uninvolved in the national debate on the war so we can only judge from his own statements prior to the 2008 campaign. Obama repeated these points in a whole host of interviews prior to announcing his candidacy. On July 27, 2004, he told the Chicago Tribune on Iraq: "There's not much of a difference between my position and George Bush's position at this stage." In his book, The Audacity of Hope, published in 2006, he wrote, "...on the merits I didn't consider the case against war to be cut-and- dried." And, in 2006, he clearly said, "I'm always careful to say that I was not in the Senate, so perhaps the reason I thought it was such a bad idea was that I didn't have the benefit of US intelligence. And for those who did, it might have led to a different set of choices."

I was involved in that debate in every step of the effort to prevent this senseless war and I profoundly resent Obama's distortion of George Bush's folly into Hillary Clinton's responsibility. I was in the middle of the debate in Washington. Obama wasn't there. I remember what was said and done. In fact, the administration lied in order to secure support for its war of choice, including cooking the intelligence and misleading Congress about the intent of the authorization. Senator Clinton's position, stated in her floor speech, was in favor of allowing the United Nations weapons inspectors to complete their mission and to build a broad international coalition. Bush rejected her path. It was his war of choice.

There is no credible reason to conclude that Obama would have acted any differently in voting for the authorization had he been in the Senate at that time. Indeed, he has said as much. The supposed intuitive judgment he exercised in his 2002 speech was nothing more than the pander of a local election campaign, just as his current assertions of superior judgment and scurrilous attacks on Hillary Clinton are a pander to those who now retroactively think the war was a mistake without bothering to acknowledge Senator Clinton's actual position at the time and instead fantasizing that she was nothing but a Bush clone. Obama willfully encourages and plays off this falsehood.

What should we make of Obama's other judgments in foreign affairs? Take Afghanistan, for example. It has been evident for some time that our efforts there are going badly and that cooperation and support from our NATO allies would be helpful. As chairman of the subcommittee on Senate Foreign Relations responsible for NATO and Europe, Obama could have used his lofty position actually to engage the issue and pressure the administration to take some action to improve our chance of success in that conflict against the Taliban and Al Qaeda. Of course, that would have involved holding hearings, questioning administration witnesses, and taking a position and offering alternatives. That is what we expect that from senators in a democracy. It is called oversight.

But, instead, Obama, by his own admission, offers the excuse that he has been too busy running for president to do anything substantive, such as direct his staff to organize a single hearing. "Well, first of all," Obama was forced to confess in the Democratic debate in Ohio on February 26, "I became chairman of this committee at the beginning of this campaign, at the beginning of 2007. So it is true that we haven't had oversight hearings on Afghanistan." To date, his subcommittee has held no policy hearings at all -- none. At the same time that Obama claimed he was too busy campaigning to do anything substantive, racking up one of the worst attendance records in the Senate, Senator Clinton chaired extensive hearings of the Subcommittee on Superfund and Environmental Health and attended many others as a member of the Armed Service Committee.

As a consequence of Obama's dereliction of duty on the Senate Foreign Relations Committee, a feckless administration has had absolutely no oversight as it careens from disaster to disaster in Afghanistan, including the central governments loss of control over 70 percent of the country and yet another bumper crop of opium to fuel the efforts of the Taliban and their terrorist allies. Of course, if you don't hold hearings, conduct oversight, make recommendations or sponsor legislation, then you have no record to explain or defend and you are free to take whatever position is convenient when attacking those who actually did address issues. Meanwhile, on the campaign trail, Obama holds forth on Afghanistan, chiding the administration and our allies as though he's a profile in courage and not someone who has abandoned his post in establishing accountability.

On Iran and the question of designating the Iranian Revolutionary Guard as a terrorist organization, the junior senator from Illinois was not quite so clever at avoiding taking a position. He first co-sponsored the "Counter-Proliferation Act of 2007," which contained explicit language identifying the Iranian Revolutionary Guards as a terrorist organization. He subsequently claimed to oppose the Kyl-Lieberman sense of the Senate resolution proposing the same thing. Obama's accountability problem here is that he didn't show up for the vote on that resolution -- a vote that would have put him on record. Then he declined to sign on to a letter put forward by Senator Clinton making explicit that the resolution could not be used as authority to take military action. All we have is Obama's rhetoric juxtaposed with his co-sponsorship of a piece of legislation that proposed what he says he opposed.

Obama's gyrations on Iraq, Afghanistan and Iran are not the actions of one imbued with superior intuitive judgment, but rather the machinations of a political opportunist looking to avoid having his fingerprints on any issue that might be controversial, and require real judgment, while preserving his freedom to bludgeon his adversary for actually taking positions as elected office demands. It is hard to discern whether Senator Obama is a man of principle, but it is clear that he is not a man of substance. And that judgment, based on his hollow record, is inescapable.


March 1, 2008

Ah, aging, both a good thing and a bad thing....One of the best live versions there is!!! For this song ~only~ - capisci!




These foolish things....

I would like to argue against the reseeding Hollinger has requested. My reasoning is simple, the request is not fair.

The games eastern teams play and the games western teams play are not the same type. Eastern teams play other eastern teams more than the western teams. The opposite is true for the western teams. So, even if it is true that a conference is weaker than the other, then how good is the wins against the teams from that conference when they are used to rank the teams in their own conference. If one team played a good opponent more than another, would you take into account that quality in ranking the other team. I doubt that. The opponent a team faces is not always a good measure of how they actually are. If a team wins against all the good opponents but loses to the weaker ones, how much the final result will tell you? Is the team good or bad, if you use a reseeding using only the final percentage as the main pointer?


If a reseeding should be used, then many things have to be taken into account, not just the actual percentages they finish the season with, but the quality of those percentages within their conference. Even if that would still eliminate more teams from the weaker conference, it would still allow for better teams from the weaker conference to be ranked in better positions than what their actual percentage suggests.


But, if you want to have a fair measure, then redistribute the teams to have better power split among different conferences. Call it northern vs. southern, if you like, but, this would at least prove to achieve better result than what you propose at the moment given the broken system we have.


Just a stupid quick post, anyways...Wanted to put sommething in writing for the sake of opposing his neverending requests.