Ertugrul Ozkok'e gercekten cok aciyorum. Boyle buyuk bir gazetenin G.Y.Y'nin bu duruma dusmesi gercekten cok kotu. Hele Melih Gokcek'le ilgili yazilari.
Vaktinde Emin Colasan bagira bagira Melih Gokcek'ten bahsederken, Kemal Kilicdaroglu'nun anlattiklarini kosesinden Turk halkina duyurmak icin cirpinirken, Melih Gokcek kendisine servetleri aciklama baskisinda bulunurken, Melih Gokcek servetleri degis tokus edelim gibi sacma sapan fikirlerle halkin saygisini(!) kazanmaya calisirken kendisi neredeydi?
Ben, bir kere bile Emin Colasan'i savundugunu gormedim. Kendisinden bir insan olarak nefret edebilir, kisilik olarak tiksinebilir, ama, eger su anda bahsettigi gorusleri o zaman da tasiyorsa, ayni sekilde Melih Gokcek'in karsisina cikmaliydi. Son iki yazisi ozellikle oyle siradan gecistirilecek yazilar da degildi. Acik acik, Gokcek'i vuran agir yazilardi onlar. Bu fikirleri paylasan bir insanin su anda o fikirlere kavustuguna inanmiyorum.
Vaktinde o dusunceleri paylasmasi gerekir diye dusunuyorum. Ama, kendisi onceleri ne yapti?
Bekledi ki, Melih Gokcek Emin Colasan'i yipratmaya calissin. Ve bu yuzden gazeteden kovulmasinin adimlari atilsin. Tabii o zaman Melih Gokcek uzerinde boyle bir baski da yoktu.
Kim bilir. Belki de Tayyip Erdogan tarafindan ozel olarak Gokcek'le ugrasin haberi belli koselere iletildi. Aynen Maliye Bakani'yla ugrasmayin haberleri gibi. Ve o yuzden, Ertugrul Ozkok, bir kac sene once yapmasi gerektigini, simdi yapmaya basladi.
Sonucta olay Altayli'nin soylediklerinize geliyor ki, gercekten Hurriyet gibi koklu bir gazetenin Dogan ve Ozkok sayesinde dusuruldugu durum icimi acitiyor. Yazik. Gercekten cok yazik. Boyle olmamaliydi.
December 22, 2008
Ertugrul'un cokusu: Acinasi bir Genel Yayin Yonetmeni - Ertugrul Ozkok
Posted by Sazelyt at 3:36 PM 0 comments
December 15, 2008
Armenians' Massacre of the Turks
After seeing an ad signed by the ex-anarshists, writers and researchers that are getting paid in advance to criticize their country to earn even more, I felt like saying something.
Posted by Sazelyt at 10:19 PM 0 comments
October 30, 2008
Taraf gazetesi "bok"una kavustu
Esine bok atmasiyla unlenen Sevan Nisanyan, Taraf'in koselerini bilimum bokla dolduracagina Ermeni andi icerek yeni gorevine basladi. Orduya, Turk Devleti'ne ve onu en icten duygularla sevenlere sanal bok atmasiyla unlu Taraf gazetesi de, gercek anlamda bir bok-atara kavusmus oldu. Taraf gazetesi ve Sevan Nisanyan'a bol bol bok atmali gunler dileriz. Tabii ki o gazetede yazan bayan yazarlara da simdiden afiyet olsun dileklerimizi iletiriz. Ne demisler, sen seversin boku, sevan yedirir bokunu. Hadi afiyetler olsun.
Posted by Sazelyt at 3:44 PM 0 comments
October 14, 2008
Minnostan sevgilerle
Posted by Sazelyt at 5:46 PM 0 comments
September 14, 2008
Tayyip'in Dogan hakkindaki aciklamalari uzerine
Aydin Dogan'i ne kadar elestirirseniz elestirin, sonucta ona bagli basin yayin organlari su an en korkusuzu, en ozgurlukcu yayini yapmaktadirlar. Ve bunun onemi son gunlerde bir kez daha gormus olduk.
Basbakan'dan asip kesmeler, tehditler...Bak yazarsan, bir tarafini kirarim ha gibi capulcu kulhanbeylikcilikler. Daha sulalesinin kendisini kullanarak kazandigi milyon dolarlari, milyar dolarlari aciklayamayan bir adam, oturmus ahkam kesmeye calisiyor. Pes dogrusu.
Neyse ki bu dincilerin yardimi cebe indirmeleri acik bir sekilde haber yapilabiliyor. Cunku herkes biliyor ki, AKP'ye oy verenler arasinda Islam adina verenler az degil. Ozellikle merkez sagdan kaptiklari. Merkez sagdan yolsuzluktan dolayi kacan secmenler.
Simdi din adina yapilan yolsuzluklarin, ve Basbakan ile yakin cevresinin bunun icine cuk diye oturmasi, insanlarin gozunu acmaya basladi. Acikcasi, Basbakan biraz daha kendini kaybetse iyi olacak. Cunku, bu sekilde gercek kisiligini herkes gormus olacak.
Eskiden tasladigi kabadayilik hareketler halk cocugudur vesaire gibi cok fazla yadirganmamisti. Ama, simdiki debelenmelerin yuzde yuz cikar iliskisi alakali. Ahlaksizlik, dolandiricilik, fakir insanlarin parasini lupletme, ve o parayi kendi kisisel cikarlari icin kullanma.
Yakin vakitte, kisisel servetini dugun parasiyla aciklayan bir sahsin, 15 sene once tasinan paralarla servetini olusturdugu eninde sonunda halk arasinda da telaffuz edilmeye baslayacak. O zaman goruruz bakalim, halk cocugu mu, yoksa apacik dolandiricilik mi...
Alman mahkemesine buradan tesekkurlerimi yolluyorum. Bizim mahkemeleri baskiyla susturan ve kontrolu altina alan Tayyip'in foyasini ortaya cikartmak icin ne yazik ki disaridan yardim almak durumunda kaldik. Hos bir durum degil, ama olsun. Onemli olan sonuc. Sonucta ulkemiz kazanacaksa, simdiden hayirli olsun diyelim.
Tayyip'in de yakin gelecekte onunde iki yol kaliyor. Umariz, ulkemiz acisindan en iyi olani secer, ve bir an evvel adalete sulalesi ve kayirikci dostlariyla beraber teslim olur...
Posted by Sazelyt at 4:16 PM 0 comments
Soner Yalcin'dan fevkalade bir yazi, Islamci fasist'erin Iran'da basin ve ozgurlukler uzerindeki etkisi uzerine.....
SONER YALCIN
Humeyni, İran’ın ’Hürriyet Gazetesi’ Ayandegan’a neden çok öfkeliydi
Ayandegan, İran’ın en etkili ve en çok satan gazetesiydi. Fransız Le Monde Gazetesi’nden çevrilen bir haber, Humeyni ile Ayandegan’ı karşı karşıya getirdi.
AYANDEGAN, İran’ın en çok okunan gazetesiydi. Tirajı bir milyondu. Liberal-özgürlükçüydü. Köşe yazarları arasında, solcu, sağcı, liberal her görüşten kişi vardı.
Sahibi Daryuş Homayun gazeteciydi. Doktorasına yaptıktan sonra basına girmiş ve sonunda kendi gazetesini çıkarmıştı. Liberaldi. "Anayasacı Meşrutiyeti" savunuyordu.
Evet, Ayandegan, İran’ın en etkili ve popüler gazetesiydi.
Ve bir gün...
Kavganın nedeni: Le Monde
Tarih: 11 Mayıs 1979.
Ayetullah Humeyni, Ayandegan Gazetesi’nin yalan yazdığını söyleyerek, İranlıları gazeteyi boykot etmeye çağırdı.
Peki, Ayandegan Gazetesi ne yazmıştı da Humeyni’yi kızdırmıştı?
İlginçtir; Humeyni ile Ayandegan arasındaki mesele ülke dışındaki bir olaydan çıkmıştı!
2 Mayıs 1979’da -bugün hálá kimler tarafından öldürüldüğü bilinmeyen- Ayetullah Mottahari’ye suikast yapıldı.
Bu cinayetle ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Fransız Le Monde Gazetesi’nin haberini çevirip sayfalarına taşıyan Ayandegan, Humeyni’yi çok kızdırdı.
Çünkü haber, üstü kapalı biçimde suikastı Humeyni ile irtibatlandırıyordu.
Humeyni, Fransız Le Monde değil ama Ayandegan’a karşı öfke dolu bir konuşma yaptı.
Humeyni’nin öfke dolu konuşmasının sebebi bir değildi. Aslında Mottahari suikastı bardağı taşırmıştı.
Ayandegan, yeni rejime karşı özgürlükçü kesimin taraftarlığını yapıyordu.
Yayınları Humeyni’yi kızdırdı
İran Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan bir yetkili, yandaş medya İttilat Gazetesi’nde, kız ve erkek çocukların birbirinden ayrı spor yapmaları gerektiğini, aksi takdirde yakında spor salonlarının yanına bir de doğumevi açmak gerektiğini yazdı!
Kuşkusuz bu yazıya bugün siz nasıl tebessümle yaklaşıyorsanız, o gün İranlıların çoğu da öyle yaklaştı.
Ayandegan bu görüşle alay eden bir makale yayınladı.
Aslında kimse tehlikenin farkında değildi henüz.
Herkes yeni rejime yaranma telaşındaydı.
Bu konuda komik bir örnek vermeliyim:
Tahran Kent Tiyatrosu’nun önünde Henry Moore’nin yaptığı flüt çalan adam yontusu vardı.
İran, İslam Cumhuriyeti olunca yeni rejime yaranmak isteyen Berlin’de tiyatro bilimleri öğrenimi görmüş, yani okumuş tiyatro müdürü hemen heykelin pipisini kestirdi. İnanın şaka değil.
Fakat pipi kesilerek sorun giderilemedi. Çünkü bu kez heykelin dişi mi erkek mi olduğu kafaları karıştırdı!
Tiyatro müdürü heykeli giydirmek istedi.
Ama mollalar kesin çözümü buldu; heykel parçalanarak çöpe atıldı!
Bir süre sonra da yeni rejime yaranmak isteyen müdürün işine son verildi; tiyatrolara yasak getirildi!
Zamanla komik görünen olaylar dehşetli bir hal almaya başladı.
Ayandegan hepsini haber yapıyordu.
Kamusal alanda kadınlara başörtü zorunluluğu getiren yasaya Ayandegan karşı çıktı.
Peçesiz dolaştığı için saldırıya uğrayan kadınların çığlıklarını tek duyan gazete Ayandegan oldu.
İçki satan büfelere, fabrikalara yapılan saldırılar Ayandegan’da yer aldı.
Kızların evlenme yaşının 18’den 13’e düşürülmesine karşı çıkan yine Ayandegan’dı.
İranlı aydınların büyük çoğunluğu, molla rejiminin yaptıklarını hep, "geçiş sancıları" olarak görüyordu. Her seferinde "Tamam bu sonuncusu" diyorlardı.
Ancak bu tehlikeli gelişmeden haberdar olan gazeteci yazarlar da vardı.
Ayandegan Gazetesi köşe yazarı Said Cevadi bunlardan biriydi.
Her gün yazıyordu: "Faşizmin ayak seslerini duyuyorum!"
Köşe yazarı Cevadi’yi bir kişi duydu: Ayetullah Humeyni.
’Yılmayacağız’ manşeti
Humeyni, Ayandegan’ın "baş belası" olacağını çoktandır anlamıştı.
İktidara daha tam hákim olamadığı için ilk başta gazeteyi kapatamayacağını biliyordu. Bu nedenle boykot çağrısı yapmıştı. Sanıyordu ki gazete ya geri adım atacak ya da satamayıp iflas ederek kapanacaktı.
Humeyni’nin beklediği olmadı.
Humeyni’nin boykot çağrısından bir gün sonra, Ayandegan dört sayfa çıktı.
İlk sayfada kısa bir açıklama vardı; Mottahari suikastıyla ilgili haberler Fransa’da çıkmıştı. Onlar sadece çeviri yapmışlardı. Eğer İran devleti olarak tepki duyulacaksa Fransa’ya duyulmalıydı!
Bu açıklamadan sonra da eklediler: "Yılmayacağız."
Gazetenin diğer üç sayfası boştu, bembeyazdı.
Ayandegan mücadeleye kararlıydı.
Ama...
Bayiler gazeteyi satmaya korktular. Çünkü gazeteyi satan bayilerin dükkánları eli sopalı mollalar tarafından tahrip edilip, yakıldı!
Başörtüsüz kadınların yüzüne kezzap atan, sinema, kitabevi yakan, içkili yerleri yakan mollaların hedefinde bu kez gazete büfeleri vardı.
Büfeciler, Ayandegan’ı satmamaya başladılar.
Bu kez devreye gazetenin okuyucuları girdi; Ayandegan’ı elden sattılar.
Gazete tiraj kaybetmedi. Ancak...
’Bunlara tolerans yok’
Ayetullah Humeyni’nin Ayandegan’a hiç tahammülü yoktu.
Gazeteyi çıkaranlara, satanlara, okuyanlara "Vahşi hayvanlar" diyordu. "Bunlara karşı hiç toleransımız olmayacak" diye halkı kışkırtan konuşmalar yapıyordu.
Boykot pek etkili olamayınca eli sopalı mollaların hedefinde bu kez gazete okuyucuları vardı.
Yaşamı boyunca Ayandegan görmemiş, okumamış yoksul varoşlar, gazeteyi kimin elinde görürse saldırıp öldüresiye dövüyordu. Ayandegan’ı taşımak, okumak artık riskli hale geldi.
Enformasyon Bakanı Minaci’ye göre bu şiddet değildi; halkın içten gelen tepkisiydi.
Ve basına da öğüt veriyordu sürekli:
İslam Devrimi yolundan sapmayın! Halkı kışkırtmayın! Halkı kandırmayın!
Yıllarca Şah’a karşı mücadele vermiş, özgürlük hareketlerini savunmuş Ayandegan, yandaş medyada yapılan kışkırtıcı, yalan yayınlar sonucu bir anda, "Amerikancı" ve "Siyonist" oluverdi!
Kara propaganda başarılı oldu. İnsanlar korktular.
Sonuçta molla şiddeti ve Humeyni kazandı.
Sahibi tutuklandı
Ayendegan, "yeni rejimin basın özgürlüğü konusundaki tutumu açıklığa kavuşana kadar yayınına bir süreliğine ara verdiğini" açıkladı. Sonra bir iki kez çıkma teşebbüsünde bulundu.
Ancak...
Velayat-i Fıkıh tarafından 8 Ağustos 1979’da kesin olarak kapatıldı. Sahibi Daryuş Homayun tutuklandı. "Günah keçisi" ilan edildi. Sonra İran’dan kaçıp Türkiye üzerinden Paris’e gitti.
14 Eylül 2008...
Ayandegan, İran’da hálá yasak!
Ayandegan’ın başına gelenleri "geçiş döneminin spontane olayları" diye düşünen İranlı aydınlar, bugün Paris kafelerinde gördükleri ihtiyar Daryuş Homayun’dan af diliyorlar!
İslamcı medyaya örnek bir İran gazetesi: Camee
CAMEE (Toplum), 1998’de yayın hayatına başladı.
Kısa sürede İran’ın popüler gazetelerinden biri oldu; 300 binlik tirajı vardı.
16 sayfalık gazeteyi, Tahran’da evden bozma küçük bürolarında kadınlı erkekli 45 kişi hazırlıyordu.
Farklıydı. Farkı, kimsenin yazamadığı alışılmışın dışındaki haberlere yer vermesiydi. Örneğin, Hizbullah’ın yasadışı faaliyetlerini çekinmeden yazıyorlardı. Faili meçhul cinayetlerin üzerine gidiyorlardı. Yolsuzluklarla savaşıyorlardı. İran cezaevlerinde yatan siyasilerle röportaj yapıyorlardı.
Siyasi karikatürleri, kara mizahı korkusuzcaydı.
Yıllarca görmezlikten gelinen kültür-sanat haberlerine geniş yer veriyorlardı.
Okuyucu kitlesi, yıllarca tekdüze resmi haberlerden sıkılan reform yanlısı kişilerdi.
Gazetenin çember sakallı Genel Yayın Yönetmeni Maşaallah Şemsülvaezin, yayın çizgilerini şöyle açıklıyordu:
"Biz demokratik diyaloğun seviyesini yükseltmeye ve hükümetin özgürlükler konusunda ne derece hoşgörü sahibi olduğunu sınamaya çalışıyoruz." Ardından ekliyordu: "İran’da demokrasinin bir mayın tarlası olduğunu biliyoruz; kendimizi mayın arayıcılar olarak görüyoruz."
Camee aslında İslamcı rejimi savunun bir gazeteydi.
Çalışanlarının çoğu İslam Devrimi’ni desteklemişti.
Bu siyasal görüşleri, iktidarın/rejimin yanlışlıklarını yazmalarına engel değildi.
Reform yanlısıydılar. "Düşünce özgürlüğü olsun ki inanç özgürlüğü olsun" ilkesini benimsemişlerdi.
Kısa sürede başarıyı yakalayan Camee’nin yayın hayatı uzun olmadı.
Yayımlanmaya başladıktan dört ay sonra hakkında dava açıldı:
"Ahlaki düzene iftira ettiği ve gerçekdışı makaleler yazdığı" gerekçesiyle suçlu bulundu.
Rejim destekçilerinin "düşman uçağına" benzettiği Camee bir ay sonra kapatıldı.
Haziran ayında kapatıldığında tirajı 2 milyona yaklaşmıştı.
Geri adım atmadılar. Aynı kadro yeni bir gazete çıkardı: Tus (İran).
Yeni gazete Tus’un mizanpajı da, yayın çizgisi de Camee’den farklı değildi.
Korkusuzdu.
Reformcu eski bakanlar Ataullah Mohacerani ile Abdullah Nuri’nin Tahran Üniversitesi’nde cuma namazı kılarken seksen kadar Hizbullah yanlısı tarafından dayak yemesini manşetine taşıdı.
Tus, iktidarın askeri gücü Hizbullah’ı bile hedef almaktan çekinmedi. Başyazında aynen şöyle yazdı:
"Bunu yapanların teröristlerden farkı yoktur. Bu konuda tepki göstermeyen ve susanlar, kendi kişisel çıkarlarına hizmet etmektedirler, devrim ideolojisine değil."
İran yargı mekanizmasının başındaki isim Ayetullah Muhammed Yezdi, cuma vaazında Tus’a yanıt verdi:
"Günümüzde gazeteler ve dergiler özgürlük adına büyük hatalar yapmaktadırlar. Yasaklanan bir gazetenin yeniden yayımlanmaya başlanması özellikle kanun dışıdır. Ümit ederim ki birileri harekete geçmeden Kültür Bakanı harekete geçer."
Ağustos ayında Tus kapatıldı. Gerekçe benzerdi: "Kamu düzenini bozacak yalanlar yazmıştı!"
Mollalar artık akıllanmışlardı. Gazetenin başka isimle çıkmaması için Tus’un yayıncısı Hamid Rıza Celayipur ile altı yönetici tutuklandı.
On yıl önce İslam devrimine büyük katkıları olmuş, içişleri ve dışişleri bakanlıkları yapmış olan yayıncı Celayipur, 1998 yılı yazında ruh halini şöyle anlatıyordu: "Dolu bir silah üzerime çevrilmiş gibi hissediyorum. Bilmediğim tek şey, tetiğe ne zaman dokunacakları."
Hamid Celayipur bu sözleri ederken gözlerinden akan yaşları, birlikte çalıştığı gazeteci kız kardeşi Fatime Celayipur’dan saklıyordu. Çünkü iki erkek kardeşi Irak Savaşı’nda şehit olmuştu. Üçüncüsü ise rejim muhalifi Mücahidin saldırısında ölmüştü. Şimdi ise kardeşlerinin uğruna öldüğü rejim silahı onun üzerine doğrultmuştu.
Celayipur Ailesi daha birkaç yıl öncesine kadar rejiminin sembolüydü.
Şimdi ise rejimi tehdit eden bir aileydiler!
Korku içindeydiler. Nasıl korkmasınlar? O yıl İran’da ardı ardına faili meçhul cinayetler işlenmeye başlandı. Öldürülenler hep reform yanlısı aydınlardı.
O karanlık günlerde Camee ve Tus kapatıldıktan sonra üçüncü gazetelerini çıkardılar: Neşat (Mutluluk).
Neşat özellikle rejimi eleştiren üniversite öğrencilerinin okuduğu bir gazete oldu.
Ve doğal olarak Eylül 1999’da kapatıldı. Genel Yayın Yönetmeni Latif Safari hapse atıldı.
Suçu, "İslam’ın kutsal buyruklarına ve yüce liderine hakaret" idi.
Bunu şu yazıyla yapmıştı: "Asılarak ölüm cezası uygulanması ve intikam almaya yönelik cezalar, dünyadaki cinayetlere ve ahlaksızlığa çözüm getirmemiştir. Ve üstelik bunlar Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’yle bağdaşmıyor."
Bu makaleye Ayetullah Hamaney sert yanıt vermişti: "İslam’ın temel ilkelerini inkár eden kafirdir ve cezası ölüm olmalıdır."
Sonuçta:
Camee, Tus ve Neşat; üç gazete de kapatıldı.
Çoğu çalışanı, işkenceleriyle meşhur Evin Cezaevi’ne gönderildi.
Oysa bu gazeteciler, yazarlar İslam Devrimi’ne bağlıydılar.
Hepsi İslam Devrimi’ne inanmışlar, İslam Devrimi için mücadele etmişler, bu uğurda yakınlarını kaybetmişlerdi.
Hálá inançlıydılar.
Zamanla İslam devrimi kendi evlatlarını yemeye başlamıştı.
Bu evlatların tek farkı, rejimi eleştirmeleriydi.
Çünkü: Biliyorlardı ki eleştirinin, özgür basının olmadığı rejimler çökmeye mahkûmdu...
Posted by Sazelyt at 4:12 PM 0 comments
August 14, 2008
Gunun basliklari desek olur mu?
Basbakan'in korumasi altindaki dolandiricilarin altinda en yogun olarak toplandigi cati: Milletin meclisi!
Gotur oglum AKP'nin imanli dislisi
Başbakan'dan Şaban'a (from first-looker to the cow): Hani bana! (me, me, me!)
Şaban'ım nereden çıktı milyon doların?
YOK Baskani'ndan Basbakan'a gizli mesaj: Hav da hav, ha ha hav, miyavvv....
Peygamberin agzini sulandiran YOK Baskani
Gule oynaya Gul siradaki hedefi belirledi: Abromovic'in yatinda Bogaz arsasi karsiligi tatil!
Ye be Gul'um
Nerede gul orada cil
Allah'in bir gul icin, bir de gulen icin verdigi istisnai emirler, yarin erken vakitte sabah safagi zamaninda on taraftaki kapinizda....
Sozen'in genclige hitabesine en anlamli tepki, imanina guvenen gece kusu sanal pornocu veletlerden geldi: Ne yaptin be hocam, al su vibratorunu de rahat birak gencligi! Tak. Cikar. Tak. Cikar. Tak. Cikar. (aman ha yanlis anlamayin!)
Posted by Sazelyt at 2:00 AM 0 comments
August 3, 2008
Okuyucu gazeteyi temsil eder derler....
Biliyor musunuz, Vakit adli copluk-gazetede yazan, ve o gazetenin okuyuculari tarafindan takdir edilen Allah-adina yazdigini iddia eden cocuk tecavuzcusu yazari?
Ve gene biliyor musunuz, bir cok ulkenin standardlarina gore, cocuk tecavuzu suclamasiyla hapise atilacak, o gazetenin en unlu okurunu? Evet, o kisi su anda Cumhurbaskanligi makamini temsil etmeye cabaliyor! O muhtesem tarafsizligiyla, tarafin Allah'i rolunu oynayarak!
Ne guzel degil mi? Bir de bunlarin oynadigi oyunun adi Islam oluyor! Allah'la nasil oynadiklarini bize de ogretseler, diyorum, belli olmaz, belki biz de onlar gibi gokden dusen elmalarla servete konariz. Aynen bizim iktidarin ust makamini su anda isgal edenler gibi....
Posted by Sazelyt at 8:21 PM 0 comments
Bekir Coskun'dan gene cok anlamli bir yazi
Bekir COŞKUN
Sevgili küfürbazım...
SEN anlamazsın...
Fikirler, düşünceler, tartışmalar kafa denilen organ ister. Senin çokça sözünü ettiğin organlarla anlayamazsın.
Ben seni tanırım.
Sevgili küfürbazım...
(............)
Bak; Anayasa Mahkemesi'nin "Laiklik karşıtı eylemlerin odağı (yani merkezi) olduğuna" karar verdiği Başbakan ertesi gün (yani dün) neredeydi?..
Yüksek Askeri Şûra'nın başında...
Oradaki görevlerinden birisi de "laiklik karşıtı görüşlerin odağı" olmuş askerlerin Ordu'dan uzaklaştırılmasıdır, inanır mısın?..
Bu seni hiç rahatsız etmez...
Tıpkı devletin en yüce mahkemesinin, "devletin temel ilkesini yıkmanın odağı (merkezi) olduğuna" karar vermesi, sonra da ona "Devleti sen yönet" denilmesi gibi...
Bu da seni düşündürmeye yetmez...
*
Okumazsın...
Düşünmezsin...
Sormazsın...
İktidarın evlere çorba dağıtmasından onların "bulunmaz" olduğuna karar verirsin de... 14 milyon insanın niye belediyelerin bir tas çorbasına muhtaç olduklarını hiç mi hiç sorgulamazsın...
İşin bana küfretmek, sevgili küfürbazım...
Kömür dağıtılıyor diye sevinirsin...
Ama bu cennet yurdun üzerinde yaşayan her üç aileden birisinin niye devletin yarım ton kömürüne muhtaç olduğunu kendi kendine sormak aklına gelmez.
Ben biliyorum; şimdi "Bu eski iktidarların suçu" diyeceksindir...
Eminim...
1950'den bu yana, cenneti yoksulların cehennemi haline getiren iktidarlara sanki sen oy vermemişsin gibi...
Demirel'den, Tansu Çiller'e kadar...
Erbakan'dan, Mesut Yılmaz'a kadar...
*
Aslında bu cennetin sorunu sensin...
Uygar ülkelerin insanlarının asla vazgeçemedikleri ve ülkelerinin uygar olmasını sağlayan o "ilgi, bilgi, ilke, yurttaşlık ahlakı, ses, tavır, akıl, fikir" sende yok...
Yeteneğin bu:
Kaypak kaypak küfretmek, sevgili küfürbazım...
Posted by Sazelyt at 8:20 PM 0 comments
July 29, 2008
I guess, the break was a bit long for me to not write anything to discuss the tragedies within my country. As usual, there are too many to say, the situation is not looking good, with all the stupid conspiracies going on, being used to divide the nation, to suppress the people who really desire a peaceful, western lifestyle. And, the radicals, and the money eaters they are feeding are right now doing everything they can to disrupt the harmony in the country as much as they can.
Giving false promises, burning all the bridges required to hold together our nation and state together. Inflicting emotional pain on people through various ways, cannot describe how angry I am with the false accusations being thrown without caring a bit for the falsely accused.
And the people responsible for that are just smiling happily as if they have succeeded in something. The lies are proved in front of them, instead of listening, they shut every opening within their body and start shouting, shut ups.
And, now the terrorist attack in where I from time to time reside, it is happening too fast, the corruption is spreading at a level that soon we will be incapable of containing. For now let us just sit and think about the things that are happening. Now is not the time to lose hope, so, we will all think what we can do to correct the ongoing mistakes.....
Posted by Sazelyt at 2:27 AM 1 comments
March 29, 2008
Cumhuriyet'e ihanet eden cetenin medyadaki uzantilari...
Soldan saga:
Ahmet Altan - Sanirim tum Turkiye bu zat-i muhteremin ne mal oldugunu az cok biliyor. Kenidleri Turk kelimesinin dunyadan silinme taraftaridir. Ayrica yakin zamanda Taraf adli gazeteyi cikartmaya baslamistir. Gazetenin slogani ise, kahrolsun milliyetci Turkler, yasasin Turk ve Turkiye dusmani teroristler, kahrolsun Turk ordusu, yasasin seriat, kahrolsun adalet, yasasin beni kayiranlar ve kayirtanlar! Bu kisi kendisini demokrat olarak tanimlar, ama alakasi yok. Yasalara saygisi yok. Turk yasalarina, Nazi yasalari gozuyle bakar. O yasalar kendi hosuna giden kararlar alirsa bu gorusu kisa sureligine de olsa rafa kaldirir, o karari alanlari en buyuk demokrat ilan eder. Tabii bu kisilerin yasalara uygun yada aykiri karar vermis olmasi kendisini ilgilendirmez. Onemli olan, kendi mikro-fasizmine destek versin...
Samil Tayyar - Uzerinde fazla konusmaya degmez. Fethullah ajani olarak medyaya surulup, kiskirtma yapmak, halki birbirine dusurmek, ve halkta Fethullah karsitlarina karsi olan guveni yok etmek uzere amac edinmis bir kalemci-militan. Hayattaki en buyuk amaci Fethullah Gulen'i once Halife sonra Peygamber olarak once Turkiye'nin sonra, adi degistirilecek olan yeni ulkenin basina getirmek. Ucuk bir dusunce ama, zaten, akil sagligi konusunda raporlar Fethullah hastanelerinde alinmis ozel rapor bulunan bu kisi hakkinda farkli dusunmek uygun olmazdi. Akil sagligi ne olursa olsun, ise yaradigi muddetce, tarikat ajani olarak gorev yapmak mecburiyetinde...
Fehmi Koru - Vaktinde CIA icin calismis, Bin Ladin tarzi bir kisilik. Tabii ki Bin Ladin'in tersine kendi zevk ve sefasina cok daha duskun, o yuzden, ne kadar para verirseniz, o kadar tatminsiz oldugunu gostermek uzere kurulu bir yapiya sahip. Tahminen, Allah bile kendisini doyuramaz. O kadar olayi asmis sapiklikta bir beyin yapisina sahip. Siz siz olun, kendisinin gozune gozukmeyin, kiskancliktan hakkinizda ne yazacagi size ne tur iftiralar atacagi belli olmaz...
Ergun Babahan- Medyada su anda satilmis mertebesindeki en kidemli yazarlardan. Kac paraya satin alindigi bilinmiyor, ama satin alindigi teyit edilmis bir gercek. O yuzden, yazdigi hic bir yaziya guven duymamak en dogrusudur. Yazdiklari, parayla yazdirilmis yazilar oldugu icin, gerceklik payi asiri miktarda duruma baglidir. Eger have bulutluysa, kendisinin yazilari da o kadar umutsuz iftiralarla doludur. Ama, fazla takmamak lazim. Su an icin Abdullah Gul'un ayakkabasinin altini ustunu icini yalamakla mesgul. Yalayacak ayakkabi kalmadiginda, kendisi de kalmayacaktir...
Posted by Sazelyt at 6:27 AM 0 comments
Emre Akoz = Fethullah'in kopegi?
FATIH ALTAYLI
Emre Aköz son günlerin en çok eleştirilen gazetecisi.
Yazdıklarını bakınca eleştirilerde haklılık payı var.
Kendine saygısı olan bir adamın yazmayacağı şeyleri yazıyor, olmayacağı kadar taraf oluyor.
Müthiş bir aidiyet duygusu içinde militanlaşıyor.
Peki Emre Aköz niye böyle!
Yazacaklarım sadece Emre Aköz’ün değil bazı başka isimlerin de niye böyle olduğunun yanıtı olacak belki de.
Emre Aköz sosyoloji okumuş, kültürel birikimi güçlü bir gazeteci, dergiciydi.
Gezip tozmayı seven, yiyip içen muhafazakarlığın yanına uğramadığı bir adamdı.
Yıllarca gazetecilik yaptı.
Ama bir türlü beklediği çizgiyi yakalayamadı.
Çok okunmadı, çok beğenilmedi. İstediği konumlara gelemedi.
Kıyıda köşede kaldı.
O ise daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor, değerinin anlaşılmadığına inanıyordu.
Bir kaç yıl önce Sabah Fethullah Gülen cemaati ile ilgili bir yazı dizisi hazırlayacaktı.
Bu iş Emre Aköz’e verildi.
O zaman Sabah’ta değildi, bildiğim kadarıyla Emre buna itiraz etti.
"Ben bunları tanımam, bilmem sevmem, yapmayayım bunu" demiş.
Ancak ısrar edilince kabul etti ve diziyi hazırladı.
Emre’nin dönüşümü ondan sonra başladı. Dizinin yayınlanmasından sonra cemaat onu bağrına bastı. Toplantılarına çağırdılar, yurt dışındaki gezilerine götürdüler, konuşmalar yaptırdılar.
Emre’yi önemsediler.
Emre çok hak ettiğini düşündüğü ilgiyi ve itibarı orada gördü ve buldu.
Ve ardından Emre’nin dönüşümü başladı.
Gördüğü itibarın karşılığını veriyor, karşılığında daha fazla itibar görüyordu.
Kendini bu kısır dönüye kaptırıp gitti.
Emre’yi düşüncelerinden ötürü eleştirecek halim yok.
Bu köşeye bile konu olmayı başardığına göre tutturduğu çizgiyi kendi açısından başarı olarak bile görebilir.
Ona da itirazım yok.
Ama terbiye sınırlarını aşmasına, yakınlığın ölçüsünü kaçırmasına gazeteci olarak itirazım var.
ORAY EGIN
Kendisinin iki büyük terbiyesizliği oldu şu son günlerde. Bir kere TRT ekranına çıkıp Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan halkı Ergenekon’la ilintilendirmesi bugüne kadarki günahlarının belki de en büyüğüydü. Hayatta bugüne kadar hiçbir şey olamamasının, hep bir yere itilip kakılmasının ve adam yerine konulmamasının intikamını günümüzün iktidarına karşı kahverengi ruj sürerek göstermesinin daha itidalli bir uzantısı olabilirdi halbuki. Eskiden de ciddiye alınmazdı, bir parodiydi ama şimdikinden daha düzgün bir parodiydi.
Keşke bu dönemi ranta çeviren ağabeylerinden üslup ve şıklık öğrenseydi. Kraldan çok kralcılık ve kaba bir ideoloji tetikçiliği yerine.
TRT spikeri nazikçe onu uyarıp iki olay arasında bir bağlantının kanıtlanmadığını söylerken de “Ben biliyorum, ben söylediysem doğrudur” diye o koltuğuna yapışmış kantin sosyologu havasını sürdürmesi daha da ayıptı.
Bir başkasının utancını onun adına yaşarsınız ya, hiç kimsenin kendini bu kadar alçaltamayacağını düşünüp onun adına yüzünüz kızarır ya... Öyle bir andı izlemek. Maalesef, bu kadar dipte, bu kadar aşağıda yaşıyor bu canlı türü.
Benim için daha da büyük ayıbı şu oldu: Yazısının sonuna “İnşallah 83 yaşındaki İlhan Selçuk’a gözaltında iyi bakılır. Aksi halde hükümetin üstüne kalır” diye not koymuş.
Nedir bu, iyi niyetli bir temenni mi, hükümete karşı bir uyarı mı? “Bir seri katilin güncesinden” notlar mı? İlhan Selçuk ve “üzerine kalır” kelimeleri nasıl aynı cümle içinde kullanılır? Tam olarak anlatamamış olabilirim ama içten, samimi hiç değil. Sadece çirkin bir ifade.
Ben mesela “Bedava yedikleri restoranlar Emre Aköz ve karısına iyi baksın, şişip patlarlarsa üzerine kalır” yazarsam yakışık alır mı?
Not: Benim esas merak ettigim Fethullah, Akoz'e kopek ayarini ne zaman yapip, takmayi unuttugu tasmasini boynuna takacak...Fethullah'a da nice besleme-kopek yetistirmelere!!!
Posted by Sazelyt at 6:22 AM 0 comments
March 23, 2008
Turkiye'deki Islami-fasist parti AKP'nin devletten ve Cumhuriyet'ten intikami
Ilhan Selcuk'un gozaltina alinmasina deginmeye gerek yok. Sacmaligin alasi.
Hele de Fethullahci Savcinin ve Emniyetteki Fethullahci kadrolarin bu "kanitsiz" sadece ve sadece gozdagi anlami tasiyan gozaltina almadaki performansi tam Hz. Muhammed'e havalelik (bunlar sadece bundan anlarlar).
Simdi, ortaya dokulen bilgilerden sonuncusuna bakalim. Perincek'in gozaltina alinmasinin sebebi, gozaltindakilerden birisinin verdigi iddia edilen ifadeye dayaniyor (hani iskence, tehdit, yada ozgur birakma gibi yollarla elde edilen ifade gibi). Ifade de zaten kanit ozelligi tasimiyor. Denilen, sadece, Perincek'in parti altyapisini kullanarak eylem yapabilme olasiliginin bulunmasi. Perincek'in kisiligine atifta bulunarak yapilmis bir ifade. Ortada ne bir belge, ne bir yazisma var. Zaten buyuk ihtimalle de boyle bir belge bulamayacaklar. Cunku yok!
Neyse, sebebin komikligini gorebiliyor musunuz?
AKP hakkinda acilan davanin iddialari bile cok daha gercekci. Ve, AKP'nin ust kadrosunun gozaltina alindigini ben su vakte kadar gormedim. AKP'nin olusturdugu tehdit, belki PKK tehditinden bile buyuk. Ama buna ortada atilmis bir adim yok.
Tersine, AKP'yi guden tarikatlarin duzenledigi operasyonlarla Cumhuriyet'in nefes alma ozgurlugu bile kisitlanmaya calisiliyor. Bunun adini koyalim. Bu, Islami-fasistlerin ruhani lideri Fethullah Gulen'in seytani bilincinin yumurtladigi ve diger tarikatlarca da baliklama atlama seklinde desteklenen, ve de iktidardaki tarikat kontrolu altindaki eski talibanci Tayyip Erdogan'in yonetiminde gerceklesen bir operasyon.
Su an, Ilhan Selcuk, Kemal Alemdaroglu, ve Dogu Perincek. Boyle sacma sapan, o dedi, bu dedi, gibi Samil Tayyar'lik ya da Fehmi Koru'luk iftiralarla (bunlarin ibadet ettigi Islam'in bildiginiz uzere bes en onemli emri, iftira atmak, kul hakki yemek, rusvet almak, adam oldurmek, ve turban takmak), emin olunuz, her Ataturkcu, her icten Cumhuriyet evladi tehdit altindadir.
8 aydir ortada bir iddianame yok. Bulunmus elle tutulur kanitlar yok. Aynen Van Yuzuncu Yil Universite Rektoru'nun basina gelenler gibi, tarikatin gorevlendirdigi devletin icine sizmis bir Fethullahci ajan-savci eliyle operasyon gerceklestiriliyor. Sonuca ulasmayacagi belli. Amac, Cumhuriyet kadrolarinin fiziki yada ruhsal olarak tasviyesi. Ilhan Selcuk ve benzerlerine yapilanlar fiziki tasviye, Sabah yazarlarinin basina gelenler ise ruhi tasviye.
Ne diyelim, yaziklar olsun. Tayyip'e ve saf saf onun attigi yalanlara kanip, uc bes kurus rusvete oyunu satanlara.....
Posted by Sazelyt at 2:30 AM 0 comments
March 21, 2008
Hz. Fethullah'in gazetesi Zaman'in icyuzune bir ornek daha
Istanbul Ticaret Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar dersinin hocası ve Zaman gazetesi yazari Doç. Dr. İbrahim Öztürk, 18 Mart Salı günü derste "Benim ailemin düşüncesine göre Alevi kadınları or...dur!" dediği iddia edildi.
Simdi biraz dusunun, bu yuksek egitim almis zat'i un-muhterem, Aleviler hakkinda boyle dusunuyor, kimbilir diger dinlerin mensuplari hakkinda ne dusunuyor olmali? Bu insanlar disarida Islam hosgoru dinidir diyerek dolasip, takdir ve saygi toplamaya calisirlar. Ya bu insanlar Musluman degil, yada Islam soylendigi gibi bir din degil. Sizce hangisi dogru? Ben gorusumu soyleyim, Hz. Muhammed'den sonra Fethullah Gulen'i Hz. Fethullah diye Peygamber ilan eden bir tarikatin mensuplari ne kadar Musluman olabilir ki?
Posted by Sazelyt at 9:55 AM 1 comments
March 20, 2008
Kendini Allah yerine koyan bir Bakan portresi: Recep Akdag
SUKRU KUCUKSAHIN
Mekán Erzurum’un ünlü Tortum Cağ Kebap Lokantası’nın VIP bölümü.
Konuklar Erzurum Milletvekili ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, TBMM İdare Amiri ve Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak, Vali Celalettin Güven, Büyükşehir Belediye Başkanı, AKP İl Başkanı ve adlarını öğrenemediğim bir-iki isim daha.
Lokanta sahibi Kemal Koç, bu önemli konuklarını ağırlamaktan çok memnun.
Koç, konuklarının yanına gelip onlarla ilgilenme gereği duyuyor.
Hoşbeşten sonra Bakan Akdağ ile Koç arasında şu sohbet geçiyor:
Recep Akdag - Kaç yaşındasın Kemal Bey.
Kemal Koc - 60.
Recep Akdag - Peki, hacca gittin mi?
Kemal Koc - Henüz nasip olmadı Sayın Bakanım, gidersem de gizli gideceğim.
Recep Akdag - Bu yaşa gelmişsin, hálá hacca gitmemişsen ne işe yaradı?
Kemal Koc - Her hacca giden iyi inançlı demek değil Sayın Bakanım; hacca gitmedim, ama bende hafızlık var.
Recep Akdag - Valla Kemal Bey, eğer hacca gitmediysen öbürlerinin önemi yok.
Posted by Sazelyt at 6:06 PM 0 comments
March 18, 2008
Linc!
REHA MUHTAR
Hayatımın kararlarını vicdanımın sesine göre verdim...
Ben kimseye o kişiye gıcık kaptığım ya da bir çıkara hizmet edeceğini düşündüğüm için karşı çıkmadım, muhalefet etmedim...
En ağır eleştirileri yaparken, en damar konularda itirazımı söylerken, hiç çekinmedim, korkmadım...
Çünkü demokrasiye inanıyordum, demokratik rejimde uyarı hakkımı yaptığımı düşünüyordum, kimseye gıcık olduğum için eleştirmediğimden bu eleştirilerin demokrasiyi güçlendirdiğine inanıyordum...
Açık söyleyeyim dün gördüklerimden sonra ben “Türkiye’deki durumdan ürkmeye” başladım...
Dün kapatma davasına gösterilen tepkilerden ürktüm...
Tepkinin kendisinden değil, tepkinin antidemokratik niteliğinden ürktüm...
Bir iktidar partisi elbette hakkında kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısı’nın tamamen zıddını düşünebilir...
Böyle düşünmesi doğaldır..
Böyle düşünmek hakkıdır...
Medyanın iktidarı destekleyen bölümü, Yargıtay Başsavcısı’yla aynı düşünmeyebilir...
Doğaldır, karşı çıkmak onun da hakkıdır...
Ama bir ülkede ulusal medyanın bir bölümü Yargıtay Başsavcısı’nı hedef alarak, “Meclis’i de kapatın!!!...” diye gözdağı veremez...
Demokrasi ve hukuk devletinde bir kanun adamı bu kadar terörize edilerek, yasama-yürütme-yargı kuvvetler ayrılığı bu kadar ayaklar altına alınamaz..
Bu kadar faşizan bir düşünce olamaz...
Bu kadar farklı görüşleri ve yargıyı baskı altına alan faşist ve gestapovari bir yöntem olamaz...
Ne demek “Meclis’i de kapatın?..”
Kime söylüyorsunuz bunu?..
Düşmana mı?..
Ne demek “milli iradeninin önündeki engel?”..
Milli iradeyle kapatma davasının ne ilgisi var?..
Bu kadar ucube bir demokrasi anlayışıyla bu ülke nasıl demokratlaşacak?..
Yargıtay Başsavcısı bu ülkede üst düzey bir hukuk adamı...
Görüşlerini paylaşmayabilirsiniz ama hukuki görevini yaptığını düşünen bir başsavcıya ne hakla ve hangi saikle böyle saldırabiliyorsunuz?..
“AKP laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi” diyormuş Başsavcı...
Çıkarsınız kaşısına, “Nereden çıkmış benim laik faaliyetlerin karşıtı olmam... Şunları şunları şunları yapan bir partiyim... Nerede benim laiklik karşıtı faaliyetlerim...” der cevabınızı verirsiniz...
Haşa...
Medyadaki iktidar cephesiyle, bizzat iktidardakilerin cevabı şöyledir:
“Ey adam; Milli iradenin kaşısında duramazsın...”
Yani şunu mu diyorsunuz...
“Milli irade laiklik karşıtı faaliyetleri istiyorsa sen buna birşey diyemezsin... Meclis istiyorsa sıkıysa gel Meclis’i de kapat...”
Siyasal Bilgiler’de ben yanlış mı öğrendim demokrasiyi ve hukuku acaba?..
Bu ne korkunç bir anlayıştır?..
Kimse çoğunluk diye, yasalardan söz edemeyecek mi bu ülkede?..
Anayasa’dan söz edilemeyecek mi bu memlekette?..
Çoğunluk demek, Anayasa yok demek mi, Cumhuriyet tarihe karıştı demek mi, bu ülkede hukuk adamı iktidara bir dava açamayacak demek mi?..
Böyle bir demokrasi, böyle bir milli irade, böyle bir hukuk düzeni dünyada diktatörlüklerden başka bir yerde var mı?..
AKP, Yargıtay Başsavcısı gibi düşünmüyor...
Elbette düşünmeyecek...
Elbette kendisi hakkında kapatma davası açana karşı söyleyecek bir, iki sözü olacak...
Ama bu söz, “Ben çoğunluğum sen milli iradeye karşı çıkamazsın” sözü değildir...
İktidar yanlılarının yaptığı gibi “Sıkıysa gel Meclis’i de kapat” demek hiç değildir...
Amerikan yargı sistemi ABD Başkanı Nixon’un Watergate’de üzerine giderken, Nixon onlara “Gel Temsilciler Meclisi’ni de kapat” mı diyordu...
Bill Clinton, Monica Lewinsky davasında yargının karşısına çıkarken, “Ben Amerikan halkının çoğunluğuyla Başkan seçildim... Beni yargılayamazsınız” mı diyordu...
Amerikan demokrasisi böyle mi işliyor...
O Clinton değil mi, yalan söylediğini kabul etmek zorunda kalan...
O Nixon değil mi, Watergate skandalının altında kalan?..
Bir kanun adamı böyle terörize edilemez...
Başbakan çıkar, “nerede görülmüş bizim laiklik karşıtı faaliyetlerimiz” der...
“Yanlış düşünüyorsunuz, yanlış dava açıyorsunuz...” deyip kendi kanıtlarını teker teker kamuoyunun önüne sunar...
Dava süreci boyunca kamuoyunun gözünde kendini aklar, sonra da yargıda temize çıkmaya bakar...
Demokrasiye ve hukuka saygılı tutum budur...
“Sıkıysa Meclis’i de kapat...”
Dün iktidar yanlısı basın ve kalemler bu minvalde yazdılar...
Ben de bundan ürküyorum artık...
Demek Türkiye’de bir hukuk adamı bile karşı çıkamayacak hiçbir şeye...
Asker bir şey söylese “Kahrolsun militarizm... Darbe mi istiyorsun... Muhtıracılar...”
Anayasayı korumakla yükümlü bir kanun adamı, Yargıtay Başsavcısı bir şey dese, “Sıkıysa gel Meclis’i de kapat... Milli iradeye karşı mı çıkıyorsun?..” diye gözdağı verme...
Bir kanun adamını bile her taraftan terörize etme...
Bu demokrasi değildir...
Nerde gördünüz, nerde okudunuz bilmiyorum ama böylesi bir terörize girişiminin adı linçtir...
Ve siz hep beraber bir kanun adamını linç ediyorsunuz...
Ürkütücü olan budur...
Başbakan, AKP veya iktidarı savunan medyanın kendisini savunması doğaldır...
Demokratiktir...
Ama, “Sen kimsin milli iradeye karşı çıkıyorsun?..” demek, “sıkıysa gel Meclis’i kapat” diye gözdağı vermek, artık hukuğu bile zapturapt altına alan bir çoğunluk diktasına gitmek istemek demektir...
Türkiye’de demokrasiye en fazla sahip çıkması gereken medyanın bile bir bölümü, hızlı çoğunluk goygoyculuğuyla insanları terörize noktasına sürükleniyorsa, artık yapacak bir şey yok...
Anlıyorum ki toplumun bütün muhalif sesleri ister kanun adamı, isten basın, ister asker bir şekilde terörize edilerek susturulacaktır...
Tablo maalesef budur...
Ürküntüm kendim için değil...
Türkiye’deki hukuk sisteminin ve demokrasinin düştüğü durumadır...
Posted by Sazelyt at 6:19 AM 0 comments
Hukuk değil de ordu mu çıksın!
YALCIN DOGAN
DEPREMİ bir ay önce hissediyor. Tayyip Erdoğan AKP için kapatma davası açılacağını bir ay önceden biliyor.
Onun için, Japon modeli diye ortaya atılan, parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliği hazırlığı yeni değil. AKP şimdi bu atağa kalkıyor.
Ve kapatma davasından daha vahim bir durum doğuyor.
O vahim durum, Tayyip Erdoğan’ın iki gündür ağzından düşürmediği söz:
"Milletin iradesi karşısına hukuku çıkartıyorlar."
1- Evet, tam da o. Bütün demokrasilerde olduğu gibi, elbette, hukuk çıkacak. Yok, hukuk yerine ordu mu çıkacak?
2- Erdoğan demokraside hukukun üstünlüğünü bir yana atıyor.
3- Ama, eleştirdiği hukuka dayanarak, parti kapatmayı zorlaştıran hukuk düzenlemesine gidiyor.
4- En vahimi, iktidarı için kendi hukukunu yaratıyor. Totaliter zihniyet.
AİHM İZLİYOR
AKP’yi kapatma davasını, bütün dünya gibi, AİHM de izliyor.
Demokrasilerde parti kapatılmaz, gibi standart bir slogana, benim karnım tok. Parti kapatmak elbette hoş değil. Ancak soru, nasıl demokrasi?
Hitler’i iktidara taşıyan sadece oy vermeyle sınırlı, şekli demokrasi mi, yoksa hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi mi? Hangisi?
AİHM, RP’nin kapatılmasını onaylarken, hareket noktası şu:
"Şeriat demokrasi ile bağdaşmaz. Oysa, RP’nin projesi bu. Üstelik, onun iktidarda olması, şeriat tehlikesini yakınlaştırmaktadır."
AKP’nin kapatılma iddianamesi de, aynı tehlikeye dayanıyor. Aldığı oy ikinci planda. Asıl olan, laiklik. Demokrasinin temeli. O temel AKP ile tehlikeye düşüyor.
Partiler ve iktidarlar üzerinde, bütün demokrasilerde hukuk denetimi var. Kuvvetler ayrılığının nedeni bu. Böyle bir ayrım ve denetim olmaz ise, her istiyen iktidar, oy çoğunluğuna dayanarak, istediği rejimi getirebilir.
Hukukun üstünlüğü, aldığı oya bakmadan, iktidarlara bu serbestliği tanımıyor.
İktidarı boyunca, herkesle kavga eden Erdoğan, şimdi hukukla savaşa giriyor.
AKP müzesinde üç eski solcu
AKP’de az zamanda büyük işler başaran üç eski solcu var.
Ertuğrul Günay. Kapatma davasına en keskin çıkışlardan biri ona ait. "Türkiye’nin iyiliğini istemeyen çevreler çok önemli yerlere sızmışlar". Bu durumda, kapatma davasını açan Yargıtay Başsavcısı önemli yerlere "sızan" biri. Otuz yıllık arkadaşım Ertuğrul Günay’a soruyorum, "Sen eskiden CHP’ye mi sızmıştın, yoksa şimdi AKP’ye mi sızdın?" Eski solcu, şimdi AKP militanı.
Soldan sağa muhteşem bir dönüşle, AKP’den milletvekili olan Zafer Üskül mangalda kül bırakmıyor. Temmuz-mart, sekiz ay gibi kısa sürede, siyasal yasaklılar listesine girmeyi başarıyor. Yaptığı açıklamalar karşısında, AKP yönetimi bile onu uyarmak gereğini hissediyor.
Bir zamanlar Ecevit’in prenslerinden. Haluk Özdalga, AKP dalgasına öyle kapılıyor ki, kapatma davası üzerine, "Başsavcı suç işlemiştir, yargılanması gerekir" sözüyle, ara ki bulasın, inci değerinde.
AKP müzesinde bu üç eski solcuya ayrı bir köşe açılıyor.
Gül otomatiğe bağlı değil
SİYASAL yasaklılar listesinde en başta Abdullah Gül var. Davayı duyunca, ilk tepkisi, "ben siyaset üstüyüm" gibi, kendini kurtarmaya yönelik.
Dün pek çok anayasa hukukçusu ile konuşuyorum. AKP kapatılırsa, Gül’ün durumu ne olacak?
Üç görüş var. Bir bölümü "yasak kapsamına girer, Cumhurbaşkanlığı düşer" tezinde. Bir bölümü, "Cumhurbaşkanıdır, yasak kapsamına girmez" görüşünde. Üçüncü grup, "bu durum ilk, incelemek gerek" düşüncesinde.
Şimdi Cumhurbaşkanı ama, davaya konu olan eylemler sırasında partide ikinci adam. AKP kapatılırsa, Gül için ayrı bir karar gerekecek. "Siyasetin üstündeyim" diyerek, sıyrılması otomatiğe bağlı değil.
Posted by Sazelyt at 5:51 AM 0 comments
Hangi demokrasi?..
BEKIR COSKUN
GÖRDÜĞÜNÜZ gibi "demokrat" sayısı bilinenden fazla.
"Parti kapatma demokrasiye uymaz" diyorlar.
Bilirsiniz, bizim toplumumuz dünyanın en demokrat(!) toplumu olduğu için, demokrasisiz yapamaz ve size saf saf sormak kalır:
"Demokrasimizin neresine uymuyor?.."
"Kapatma kısmına..."
Yazarlarımız yorumlarında "demokrasiden" söz etmeye başladılar. Aydınlar "ama demokrasinin şeyi ortadayken" diyorlar. Kızgın okurlarım mesajlarına, "Demokrasiye inanmayan senin gibi adama, aha şu bacağımı..." diye başlıyorlar...
O çenesi büyük yorumcuyu dinliyorum televizyonda, "Demokrasimiz bu ayıba layık değil" diyor.
*
Hangi demokrasi?..
Bu memlekette demokrasi oldu da mı zarar görsün?..
Seçmenlerin bir kişiye (liderlere) oy verip ama 550 kişiyi seçmiş olmaları ve kimi seçtiklerini seçtikten sonra gazetelerden öğrenmeleri miydi demokrasi?..
Halkımızın nohut ve kömür karşılığında oylarını satmaları mıydı demokrasi dediğiniz şey?..
Bir dönün bakın; demokrasinin icra edildiği yer Meclis’e; liderler daha ağızlarını açar açmaz alkışlayan kurşun askerler demokrasinin neresidir?
Ya da; demokrasilerde "dokunulmazlığın" arkasına saklanıp vurgun, soygun yapma, suç işleme özgürlüğü var mıdır siyasilerin?
Böyle midir demokrasi?..
*
İşte daha dün:
Başbakan, partisinin kapatılma kararını kendi milletvekillerine yorumlarken "Bu iş bizim oyumuzu artırır" dedi.
Ne iş?..
Söyler misiniz; suç işlemek oy mu artırır?..
Rejimi yıkmakla suçlanan bir siyasi partinin oylarının artması, dünyanın hangi adam gibi ülkesinde olabilir?..
Nasıl olur?..
*
Bu demokrasinin bu kadar kiri pası kimseyi rahatsız etmedi de, laik cumhuriyeti savunmak isteyen bir yürekli savcı sizi rahatsız etti.
İçine bu kadar rezalet sığan bir demokrasinin altına, bu sefer de cumhuriyeti yıkmak isteyenleri gizleyeceksiniz...
Peki, bu nasıl demokrasidir..
Posted by Sazelyt at 5:49 AM 0 comments
Demokrasi soytarilarina (ozellikle Yeni Safak, Zaman, ve Sabah'ta yazanlara)
FATIH ALTAYLI
Palavracı demokratlar.
Çok gülüyorum bunlara.
İktidar yalakalağının, koltuğu korumak için mabat yalamanın adı “Demokratlık” olmuş.
“Parti kapatma demokratik değil”miş.
Tepkiler dehşetli.
Ulan yalaka taifesi, DTP hakkında kapatma davası açılırken niye pek sesiniz çıkmıyordu?
O partiden sayılmaz mı?
Onlara göre sayılmaz.
Utanmasalar şöyle yazacaklar “Adının başharfleri A , K ve P harfleri olan partiler hakkında kapatma davası açılamaz” veya “Son seçimlerde yüzde 46,6 oy alan partiler hakkında kapatma davası açılamaz”
AK Parti'yi destekleyen gazeteci taifesine bakıyorum da içlerinde bir tanesi bile “AK Parti laikliğe aykırı bir şey yapmadı” diyen yok.
Yani davanın gerekçesi ile ilgili satır yok.
Hepsi “Kapatma davası nasıl açarsınız” diyor.
“Batı bize gülüyormuş”
O kadar gazete okudum güleni görmedim.
Çünkü onlarda da parti kapatma var.
Kapatıyorlar da.
Çatır çatır.
Almanya’da da, Avusturya’da da, İspanya’da da kapatıyorlar.
Kapatmazsa zorla iktidardan ediyorlar.
Hem de AB destekli.
Hani bizim parti kapatmamıza karşı çıkan AB’nin desteğiyle.
Her demokrasinin, hatta her rejimin kendini koruma mekanizmaları vardır.
Bırakın “Demokrasilerde kapatma davası olmaz” palavralarını.
Olur. Bal gibi olur, aslanlar gibi olur.
Bundan sonra önemli olan AK Parti’nin iddianamede iddia edilen şeyleri yapıp yapmadığı.
Ona da ne AB karar verecek, ne AKP yalakaları,. ne de AKP düşmanları.
Söz artık yargıda.
Ne derlerse o...
Posted by Sazelyt at 5:46 AM 0 comments
March 11, 2008
Educating a liar called Obama! What a progressive scandal has taught us?
Sen. Obama Offers 5th Explanation of NAFTA-Gate
After days of misleading denials, Sen. Obama has finally acknowledged that a meeting took place between his senior economic advisor and Canadian officials regarding NAFTA. But Sen. Obama now claims that the detailed memo obtained by the AP describing the meeting – and Goolsbee’s downplaying of Obama’s anti-NAFTA rhetoric – is inaccurate. This is at least the fifth different explanation offered by Sen. Obama and his campaign.
1. 2/27/08 – ‘No conversations have taken place’ with the Canadian government on NAFTA. “Earlier Thursday, the Obama campaign insisted that no conversations have taken place with any of its senior ranks and representatives of the Canadian government on the NAFTA issue.” [CTV, 2/29/08
2. 2/27/08 – Obama advisor just said ‘hello.’ “Goolsbee: Canada’s consul general in Chicago contacted him ‘at one point to say ‘hello’ because their office is around the corner.” [ABC, 2/29/08
3. 2/28/08 - Rice: ‘There had been no contact.’ “The Canadian ambassador issued a statement that was absolutely false. There had been no contact. There had been no discussions on NAFTA. So we take the Canadians at their word…period.” [MSNBC, Susan Rice, 2/28/08]
4. 2/29/08: Sen. Obama: ‘It did not happen.’ Anchor: “So, completely inaccurate, did not happen, end of discussion.” Sen. Obama: “It did not happen.” [WKYC TV, 2/29/08
5. 3/10/08 – Sen. Obama: The meeting did happen, they did discuss NAFTA, but advisor just said Obama wanted to make NAFTA ’stronger for U.S. workers.’ “So here’s what happens. You’ve got one of my economic advisors goes and visits a Canadian embassy and they’re asking him questions and he says, ‘Well, Senator Obama isn’t planning to repeal NAFTA, but he wants to amend it to make it stronger for U.S. workers.’ The Canadian embassy writes it up as, ‘Well, maybe Obama is not as tough on NAFTA as you might think.’ And the Clintons start waving this and saying, ‘See? Actually, he’s the one.’” [Mississippi Rally, 3/10/08]
Posted by Sazelyt at 12:32 AM 0 comments
March 8, 2008
Allah'in ikinci oglu Peygamber Fethullah Gulen'in turbanperest muritlerinin sevmediklerini Allah adina Allah'a ulastirma arzusu sinir tanimiyor!!!
FIGEN BATUR
Bu hafta sayfamın başlığına siyah bant çekilsin.
Gusto sözcüğü silinsin.
Yazacaklarımın gusto ile uzak yakın ilişkisi yok çünkü.
Fotoğraf kalsın.
Dikkatler mümkünse tuttuğum kadehe çevrilsin.
O kadeh yüzünden yemediğim küfür kalmadı.
Hiç böyle bir yazı yazacağım gelmezdi aklıma.
Ne denir?
Yazdıranlar utansın.
Aslında niyetim başkaydı: Gustoluk iki konum vardı.
Biri Adco'nun ithal ettiği Trio şarapları için Tuus'ta verdiği davet, ikincisi Marianne Faithfull konseri öncesi Beyoğlu'nda açılan ve açılır açılmaz adı duyulan La Brise'de yediğim yemek.
İkisini de gelecek haftalara erteleme nedenim, yazdığım her yazı sonrası gelen ve her biri küfür açısından zengin babalanmalara duyduğum öfke ve cevap yetiştirme isteği değil aslında.
Birinci yazının mekanı Tuus, gazetelerde çıkan haberler doğruysa, el değiştirmiş. İzzet Çapa'nın işletmesine geçmiş, o yüzden yeni çehresini görene dek beklemeyi uygun gördüm. La Brise'i ise dar zamana sıkıştırmak istemedim.
Madem elim ve yerim boş o zaman uzun süredir beni rahatsız etmeye çalışan şu babalanmalar üzerine yazayım bari.
Konu tahmin edeceğiniz gibi cühelalar.
Ve onların vazife bellemiş gibi her hafta döşendikleri.
...
(Yazının burasında gelen elektronik postalara baktım. Niyetim yüzlercesi arasından rasgele bir ikisini seçmek. Ama olacak gibi değil. Bırakın imlayı, noktalamayı, cümle kurmaktan aciz bu meczupların gönderdiklerini sayfaya taşımak demek o oranda kirlenmek demek. Vazgeçtim.)
İyisi mi ortak noktalarından söz edip geçeyim.
Yazdığım her şeye kızmakla beraber en çok sayfanın başında duran fotoğrafıma kızıyorlar.
Daha doğrusu fotoğrafta tuttuğum kadehe.
Akıl veriyorlar: Bak kızım sen sen ol, diye başlayan cümleler..
Doğru yola davet ediyorlar: Bu gidiş iyi değil demeler..
Anama babama, ecdadıma sövüyorlar: Anladınız.
Dinsizin teki, aşiftenin önde geleni olduğumdan eminler: Bunu da anladınız.
Hazır yurtdışına gitmişken gittiğim yerde kalmamı öğütlüyor, kalmayıp da dönecek olursam kaçacak delik arayacağımı söylüyorlar.
Küfürlerine "sen ve senin gibiler" diye başlıyorlar.
Tehdit ediyorlar: Yanmakla, dayakla, belamı bulup, buldurmakla.
Özet bu.
Beş yıla yakın bir süredir aynı gazetenin aynı ekinde, aynı fotoğrafın basılı olduğu aynı sayfada, benzer şeyler yazıyorum.
Hoş, insanı yüreklendiren tepkiler de aldım, eleştiriler de.
Ama küfür?
Küfür, yeni.
Peki ne oldu da tuttuğum kadeh silaha, içindeki şarap kana dönüştü?
Siyaset yazmadığım, zülfü yare dokunmadığım, nasırlara basmadığım halde nasıl oldu da bunca nefret toplamayı başardım?
Ne zaman biriktirildi bunca öfke?
Ve neden?
Aslında belli: Ağustosta yazım yok. Dolayısıyla babalanma da yok.
Eylülde ufak ufak küfür başlamış.
Ekimde çoğalıp kasımdan sonra çığırından çıkmış.
Bu da neye denk geliyor? Seçim ertesine.
Gel de "yaşama biçimimiz tehdit altında" diyenlere güvenme.
Ben gene de iyimserliğimi korumaya, bilgisayarın başına çöreklenip önüne gelene nefret kusan cühelanın az sayıda meczuptan ibaret olduğunu düşünmeye çalışıyorum.
Yok öyle değil de, ortada sarıp sarmalayan, bulaşıp yayılan bir cinnet varsa, yandık.
Ben sen o, biz siz onlar, hepimiz yandık.
Tanımadığı, bilmediği, sataşmayan, dayatmayan birine sadece elinde şarap kadehi tutuyor diye tahammül edemeyen, neye tahammül eder bilemem.
Beni geçin.
Ben "ötekine" yönelik husumetin olsa olsa zerresiyim.
Allah yazdı mı yazan cesur yüreklere kolaylık versin.
Kapalıçarşı'nın kadın tuvaletleri için
kime başvursam!
Gelelim gusto dışı, ikinci konuya.
Ömrümün yirmi yılı Yolgeçen hanın bir odasında geçti.
Kapalıçarşı'nın Beyazıt kapısına yakın bu handa çalışırken kuzinimle en büyük sıkıntımız ne kesilen elektrik ne ısınmayan atölye ne sözünün eri olmayanlar ne de kadınız diye dolandırmaya kalkanlardı.
Sıkıntımız, gidecek tuvalet olmamasıydı.
Sabahın köründe girdiğimiz atölyeden akşam olmadan çıkmaz, bu sorun yüzünden de çevredeki esnafın soğuğa dayanmak için içtiği çaylardan yudum tadamazdık.
Tuvalet yok muydu?
Vardı, vardı da gitmek için Aslan Yürekli Richard gibi geniş bir yüreğe sahip olmak şarttı.
Nuruosmaniye girişindeki cami tuvaletleri olsun, çarşı içindekiler olsun kelimenin tam anlamıyla rezaletti.
Tek çare çarşıya fazla uzak olmayan otellerin ya da eli yüzü düzgün lokantaların tuvaletlerine gitmekti.
Son günlerde bir arkadaşımın kıramayacağım teklifi yüzünden yolum sık sık çarşıya düştü.
Eski tas, eski hamam.
Ben atölyeleri kapatalı on küsur yıl geçmiş ve Allah için bu sürede çarşı içindeki kadınlar tuvaletinde daracık girişi daha da daraltan turnike uygulaması dışında hiçbir şey değişmemiş.
Çalışmayan, daha doğrusu oradaki kadıncağızın şikayeti ile söylersek, her gelen çektiği için dolmaya vakit bulamayan sifonundan ötürü biri iptal üç alaturka hela.
Yerde pis plastik bir ibrik, kapıda parça parça kesilip ele tutuşturulan tuvalet kağıdı ve neden ıslak olduğu belli olmayan bir zemin.
Girmedim.
Girmedim ama girip de çıkarken gözlerini belertip kapıda duran arkadaşına aman sakın ha dercesine elini sallayan yabancı kadını görmezden gelemedim.
Bu olacak şey midir?
İstanbul'a gelen her turistin gittiği tarihi çarşıya temiz bir tuvalet yapmak zor iş midir?
Bunun için kime başvurmak gerekir?
Eminönü Belediyesi'ne mi, Kapalıçarşı Esnaf ve Zanaatkarlar Birliği'ne mi, varsa çarşı yönetimine mi, Valiliğe, Özelleştirme İdaresi'ne, Opet'e, Sivil Toplum Örgütlerine, Kadir Bey'e mi, kime?
İstanbul, Habitat'tan sonra Dünya Su Forumu'na ev sahipliği yapacak, otellerde sekiz bin oda ayırtıldı diye böbürlenmek yerine, gelen yirmi bin delegenin en az yarısının çarşıya gideceğini varsaymak ve çarşıyı Nuh nebiden kalma alaturka helalardan kurtarmak gerekmez mi?
Gerekir. Yüzün ister Batı'ya dönük olsun ister Doğu'ya...
Temizlik biri için elzem, diğeri için imandan gelendir.
Değil midir?
Gusto dışı üçüncü konu diye yazmaya devam ediyordum ki içim daraldı.
Üçüncü, dördüncü, beşinci.
Bitmez.
Ve kimse de cumartesi sabahı böyle muhabbet okumak istemez.
Sözüm söz: Gelecek hafta sadede gelecek, çekilen bandı sileceğim
Posted by Sazelyt at 8:19 PM 0 comments
March 6, 2008
Fethullah Gulen'in kanalindan secmeler!!!
MEDYATAVA Önceki gün yayınlanan yemek programında Kadınbudu Köfte'nin tarifi verildi. Ancak "Buna Kadınbudu demeyin, bunun adı Pirinçli Köfte" denilerek izleyiciler uyarıldı. Bugün yayınlanan aynı programda ise Dilberdudağı Tatlısı'nın tarifi verildi. Ancak bu tatlının adına da Dilberdudağı yerine Ay Tatlısı denmesi önerildi. 40 yıllık yemek ve tatlı isimlerinin STV'de kadını çağrıştırdığı için değiştirilmesi seyircilerin tepkisine neden oldu... - Tahminimi soyleyim, Kadinbudu ve Dilberdudagi'nin isimlerinin degistirilme isteginin arkasinda tek bir sebeb var, Fethullah Gulen'in bunlari gorunce abdestinin gitmesi - tabii dogal yolla degil. Garip ama kimbilir, belki de gercekten dogru...Tuh tuh tuh, bir de adami neredeyse Peygamber yapacaklar. Peygamberlik abdesti boyle kolay kaybetmeye musaade etmez, degerli Nurcular, Fethullahcilar, ve benzeri fetupicilar.
Samanyolu TV'de yayınlanan Oktay Usta'nın sunduğu yemek programında kadını çağrıştıran 40 yıllık yemek isimleri değiştirildi. Bakın Kadınbudu ne oldu, Dilberdudağı tatlısına ne isim kondu?.. Medyatava "gurme servisinin" gözünden kaçmadı!
Posted by Sazelyt at 6:54 PM 0 comments
A worthy of your time analysis regarding Pennsylvania primary
Posted by Sazelyt at 5:51 PM 0 comments