Soldan saga:
Ahmet Altan - Sanirim tum Turkiye bu zat-i muhteremin ne mal oldugunu az cok biliyor. Kenidleri Turk kelimesinin dunyadan silinme taraftaridir. Ayrica yakin zamanda Taraf adli gazeteyi cikartmaya baslamistir. Gazetenin slogani ise, kahrolsun milliyetci Turkler, yasasin Turk ve Turkiye dusmani teroristler, kahrolsun Turk ordusu, yasasin seriat, kahrolsun adalet, yasasin beni kayiranlar ve kayirtanlar! Bu kisi kendisini demokrat olarak tanimlar, ama alakasi yok. Yasalara saygisi yok. Turk yasalarina, Nazi yasalari gozuyle bakar. O yasalar kendi hosuna giden kararlar alirsa bu gorusu kisa sureligine de olsa rafa kaldirir, o karari alanlari en buyuk demokrat ilan eder. Tabii bu kisilerin yasalara uygun yada aykiri karar vermis olmasi kendisini ilgilendirmez. Onemli olan, kendi mikro-fasizmine destek versin...
Samil Tayyar - Uzerinde fazla konusmaya degmez. Fethullah ajani olarak medyaya surulup, kiskirtma yapmak, halki birbirine dusurmek, ve halkta Fethullah karsitlarina karsi olan guveni yok etmek uzere amac edinmis bir kalemci-militan. Hayattaki en buyuk amaci Fethullah Gulen'i once Halife sonra Peygamber olarak once Turkiye'nin sonra, adi degistirilecek olan yeni ulkenin basina getirmek. Ucuk bir dusunce ama, zaten, akil sagligi konusunda raporlar Fethullah hastanelerinde alinmis ozel rapor bulunan bu kisi hakkinda farkli dusunmek uygun olmazdi. Akil sagligi ne olursa olsun, ise yaradigi muddetce, tarikat ajani olarak gorev yapmak mecburiyetinde...
Fehmi Koru - Vaktinde CIA icin calismis, Bin Ladin tarzi bir kisilik. Tabii ki Bin Ladin'in tersine kendi zevk ve sefasina cok daha duskun, o yuzden, ne kadar para verirseniz, o kadar tatminsiz oldugunu gostermek uzere kurulu bir yapiya sahip. Tahminen, Allah bile kendisini doyuramaz. O kadar olayi asmis sapiklikta bir beyin yapisina sahip. Siz siz olun, kendisinin gozune gozukmeyin, kiskancliktan hakkinizda ne yazacagi size ne tur iftiralar atacagi belli olmaz...
Ergun Babahan- Medyada su anda satilmis mertebesindeki en kidemli yazarlardan. Kac paraya satin alindigi bilinmiyor, ama satin alindigi teyit edilmis bir gercek. O yuzden, yazdigi hic bir yaziya guven duymamak en dogrusudur. Yazdiklari, parayla yazdirilmis yazilar oldugu icin, gerceklik payi asiri miktarda duruma baglidir. Eger have bulutluysa, kendisinin yazilari da o kadar umutsuz iftiralarla doludur. Ama, fazla takmamak lazim. Su an icin Abdullah Gul'un ayakkabasinin altini ustunu icini yalamakla mesgul. Yalayacak ayakkabi kalmadiginda, kendisi de kalmayacaktir...
March 29, 2008
Cumhuriyet'e ihanet eden cetenin medyadaki uzantilari...
Posted by
Sazelyt
at
6:27 AM
0
comments
Emre Akoz = Fethullah'in kopegi?
FATIH ALTAYLI
Emre Aköz son günlerin en çok eleştirilen gazetecisi.
Yazdıklarını bakınca eleştirilerde haklılık payı var.
Kendine saygısı olan bir adamın yazmayacağı şeyleri yazıyor, olmayacağı kadar taraf oluyor.
Müthiş bir aidiyet duygusu içinde militanlaşıyor.
Peki Emre Aköz niye böyle!
Yazacaklarım sadece Emre Aköz’ün değil bazı başka isimlerin de niye böyle olduğunun yanıtı olacak belki de.
Emre Aköz sosyoloji okumuş, kültürel birikimi güçlü bir gazeteci, dergiciydi.
Gezip tozmayı seven, yiyip içen muhafazakarlığın yanına uğramadığı bir adamdı.
Yıllarca gazetecilik yaptı.
Ama bir türlü beklediği çizgiyi yakalayamadı.
Çok okunmadı, çok beğenilmedi. İstediği konumlara gelemedi.
Kıyıda köşede kaldı.
O ise daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor, değerinin anlaşılmadığına inanıyordu.
Bir kaç yıl önce Sabah Fethullah Gülen cemaati ile ilgili bir yazı dizisi hazırlayacaktı.
Bu iş Emre Aköz’e verildi.
O zaman Sabah’ta değildi, bildiğim kadarıyla Emre buna itiraz etti.
"Ben bunları tanımam, bilmem sevmem, yapmayayım bunu" demiş.
Ancak ısrar edilince kabul etti ve diziyi hazırladı.
Emre’nin dönüşümü ondan sonra başladı. Dizinin yayınlanmasından sonra cemaat onu bağrına bastı. Toplantılarına çağırdılar, yurt dışındaki gezilerine götürdüler, konuşmalar yaptırdılar.
Emre’yi önemsediler.
Emre çok hak ettiğini düşündüğü ilgiyi ve itibarı orada gördü ve buldu.
Ve ardından Emre’nin dönüşümü başladı.
Gördüğü itibarın karşılığını veriyor, karşılığında daha fazla itibar görüyordu.
Kendini bu kısır dönüye kaptırıp gitti.
Emre’yi düşüncelerinden ötürü eleştirecek halim yok.
Bu köşeye bile konu olmayı başardığına göre tutturduğu çizgiyi kendi açısından başarı olarak bile görebilir.
Ona da itirazım yok.
Ama terbiye sınırlarını aşmasına, yakınlığın ölçüsünü kaçırmasına gazeteci olarak itirazım var.
ORAY EGIN
Kendisinin iki büyük terbiyesizliği oldu şu son günlerde. Bir kere TRT ekranına çıkıp Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan halkı Ergenekon’la ilintilendirmesi bugüne kadarki günahlarının belki de en büyüğüydü. Hayatta bugüne kadar hiçbir şey olamamasının, hep bir yere itilip kakılmasının ve adam yerine konulmamasının intikamını günümüzün iktidarına karşı kahverengi ruj sürerek göstermesinin daha itidalli bir uzantısı olabilirdi halbuki. Eskiden de ciddiye alınmazdı, bir parodiydi ama şimdikinden daha düzgün bir parodiydi.
Keşke bu dönemi ranta çeviren ağabeylerinden üslup ve şıklık öğrenseydi. Kraldan çok kralcılık ve kaba bir ideoloji tetikçiliği yerine.
TRT spikeri nazikçe onu uyarıp iki olay arasında bir bağlantının kanıtlanmadığını söylerken de “Ben biliyorum, ben söylediysem doğrudur” diye o koltuğuna yapışmış kantin sosyologu havasını sürdürmesi daha da ayıptı.
Bir başkasının utancını onun adına yaşarsınız ya, hiç kimsenin kendini bu kadar alçaltamayacağını düşünüp onun adına yüzünüz kızarır ya... Öyle bir andı izlemek. Maalesef, bu kadar dipte, bu kadar aşağıda yaşıyor bu canlı türü.
Benim için daha da büyük ayıbı şu oldu: Yazısının sonuna “İnşallah 83 yaşındaki İlhan Selçuk’a gözaltında iyi bakılır. Aksi halde hükümetin üstüne kalır” diye not koymuş.
Nedir bu, iyi niyetli bir temenni mi, hükümete karşı bir uyarı mı? “Bir seri katilin güncesinden” notlar mı? İlhan Selçuk ve “üzerine kalır” kelimeleri nasıl aynı cümle içinde kullanılır? Tam olarak anlatamamış olabilirim ama içten, samimi hiç değil. Sadece çirkin bir ifade.
Ben mesela “Bedava yedikleri restoranlar Emre Aköz ve karısına iyi baksın, şişip patlarlarsa üzerine kalır” yazarsam yakışık alır mı?
Not: Benim esas merak ettigim Fethullah, Akoz'e kopek ayarini ne zaman yapip, takmayi unuttugu tasmasini boynuna takacak...Fethullah'a da nice besleme-kopek yetistirmelere!!!
Posted by
Sazelyt
at
6:22 AM
0
comments
March 23, 2008
Turkiye'deki Islami-fasist parti AKP'nin devletten ve Cumhuriyet'ten intikami
Ilhan Selcuk'un gozaltina alinmasina deginmeye gerek yok. Sacmaligin alasi.
Hele de Fethullahci Savcinin ve Emniyetteki Fethullahci kadrolarin bu "kanitsiz" sadece ve sadece gozdagi anlami tasiyan gozaltina almadaki performansi tam Hz. Muhammed'e havalelik (bunlar sadece bundan anlarlar).
Simdi, ortaya dokulen bilgilerden sonuncusuna bakalim. Perincek'in gozaltina alinmasinin sebebi, gozaltindakilerden birisinin verdigi iddia edilen ifadeye dayaniyor (hani iskence, tehdit, yada ozgur birakma gibi yollarla elde edilen ifade gibi). Ifade de zaten kanit ozelligi tasimiyor. Denilen, sadece, Perincek'in parti altyapisini kullanarak eylem yapabilme olasiliginin bulunmasi. Perincek'in kisiligine atifta bulunarak yapilmis bir ifade. Ortada ne bir belge, ne bir yazisma var. Zaten buyuk ihtimalle de boyle bir belge bulamayacaklar. Cunku yok!
Neyse, sebebin komikligini gorebiliyor musunuz?
AKP hakkinda acilan davanin iddialari bile cok daha gercekci. Ve, AKP'nin ust kadrosunun gozaltina alindigini ben su vakte kadar gormedim. AKP'nin olusturdugu tehdit, belki PKK tehditinden bile buyuk. Ama buna ortada atilmis bir adim yok.
Tersine, AKP'yi guden tarikatlarin duzenledigi operasyonlarla Cumhuriyet'in nefes alma ozgurlugu bile kisitlanmaya calisiliyor. Bunun adini koyalim. Bu, Islami-fasistlerin ruhani lideri Fethullah Gulen'in seytani bilincinin yumurtladigi ve diger tarikatlarca da baliklama atlama seklinde desteklenen, ve de iktidardaki tarikat kontrolu altindaki eski talibanci Tayyip Erdogan'in yonetiminde gerceklesen bir operasyon.
Su an, Ilhan Selcuk, Kemal Alemdaroglu, ve Dogu Perincek. Boyle sacma sapan, o dedi, bu dedi, gibi Samil Tayyar'lik ya da Fehmi Koru'luk iftiralarla (bunlarin ibadet ettigi Islam'in bildiginiz uzere bes en onemli emri, iftira atmak, kul hakki yemek, rusvet almak, adam oldurmek, ve turban takmak), emin olunuz, her Ataturkcu, her icten Cumhuriyet evladi tehdit altindadir.
8 aydir ortada bir iddianame yok. Bulunmus elle tutulur kanitlar yok. Aynen Van Yuzuncu Yil Universite Rektoru'nun basina gelenler gibi, tarikatin gorevlendirdigi devletin icine sizmis bir Fethullahci ajan-savci eliyle operasyon gerceklestiriliyor. Sonuca ulasmayacagi belli. Amac, Cumhuriyet kadrolarinin fiziki yada ruhsal olarak tasviyesi. Ilhan Selcuk ve benzerlerine yapilanlar fiziki tasviye, Sabah yazarlarinin basina gelenler ise ruhi tasviye.
Ne diyelim, yaziklar olsun. Tayyip'e ve saf saf onun attigi yalanlara kanip, uc bes kurus rusvete oyunu satanlara.....
Posted by
Sazelyt
at
2:30 AM
0
comments
March 21, 2008
Hz. Fethullah'in gazetesi Zaman'in icyuzune bir ornek daha
Istanbul Ticaret Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar dersinin hocası ve Zaman gazetesi yazari Doç. Dr. İbrahim Öztürk, 18 Mart Salı günü derste "Benim ailemin düşüncesine göre Alevi kadınları or...dur!" dediği iddia edildi.
Simdi biraz dusunun, bu yuksek egitim almis zat'i un-muhterem, Aleviler hakkinda boyle dusunuyor, kimbilir diger dinlerin mensuplari hakkinda ne dusunuyor olmali? Bu insanlar disarida Islam hosgoru dinidir diyerek dolasip, takdir ve saygi toplamaya calisirlar. Ya bu insanlar Musluman degil, yada Islam soylendigi gibi bir din degil. Sizce hangisi dogru? Ben gorusumu soyleyim, Hz. Muhammed'den sonra Fethullah Gulen'i Hz. Fethullah diye Peygamber ilan eden bir tarikatin mensuplari ne kadar Musluman olabilir ki?
Posted by
Sazelyt
at
9:55 AM
1 comments
March 20, 2008
Kendini Allah yerine koyan bir Bakan portresi: Recep Akdag
SUKRU KUCUKSAHIN
Mekán Erzurum’un ünlü Tortum Cağ Kebap Lokantası’nın VIP bölümü.
Konuklar Erzurum Milletvekili ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, TBMM İdare Amiri ve Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak, Vali Celalettin Güven, Büyükşehir Belediye Başkanı, AKP İl Başkanı ve adlarını öğrenemediğim bir-iki isim daha.
Lokanta sahibi Kemal Koç, bu önemli konuklarını ağırlamaktan çok memnun.
Koç, konuklarının yanına gelip onlarla ilgilenme gereği duyuyor.
Hoşbeşten sonra Bakan Akdağ ile Koç arasında şu sohbet geçiyor:
Recep Akdag - Kaç yaşındasın Kemal Bey.
Kemal Koc - 60.
Recep Akdag - Peki, hacca gittin mi?
Kemal Koc - Henüz nasip olmadı Sayın Bakanım, gidersem de gizli gideceğim.
Recep Akdag - Bu yaşa gelmişsin, hálá hacca gitmemişsen ne işe yaradı?
Kemal Koc - Her hacca giden iyi inançlı demek değil Sayın Bakanım; hacca gitmedim, ama bende hafızlık var.
Recep Akdag - Valla Kemal Bey, eğer hacca gitmediysen öbürlerinin önemi yok.
Posted by
Sazelyt
at
6:06 PM
0
comments
March 18, 2008
Linc!
REHA MUHTAR
Hayatımın kararlarını vicdanımın sesine göre verdim...
Ben kimseye o kişiye gıcık kaptığım ya da bir çıkara hizmet edeceğini düşündüğüm için karşı çıkmadım, muhalefet etmedim...
En ağır eleştirileri yaparken, en damar konularda itirazımı söylerken, hiç çekinmedim, korkmadım...
Çünkü demokrasiye inanıyordum, demokratik rejimde uyarı hakkımı yaptığımı düşünüyordum, kimseye gıcık olduğum için eleştirmediğimden bu eleştirilerin demokrasiyi güçlendirdiğine inanıyordum...
Açık söyleyeyim dün gördüklerimden sonra ben “Türkiye’deki durumdan ürkmeye” başladım...
Dün kapatma davasına gösterilen tepkilerden ürktüm...
Tepkinin kendisinden değil, tepkinin antidemokratik niteliğinden ürktüm...
Bir iktidar partisi elbette hakkında kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısı’nın tamamen zıddını düşünebilir...
Böyle düşünmesi doğaldır..
Böyle düşünmek hakkıdır...
Medyanın iktidarı destekleyen bölümü, Yargıtay Başsavcısı’yla aynı düşünmeyebilir...
Doğaldır, karşı çıkmak onun da hakkıdır...
Ama bir ülkede ulusal medyanın bir bölümü Yargıtay Başsavcısı’nı hedef alarak, “Meclis’i de kapatın!!!...” diye gözdağı veremez...
Demokrasi ve hukuk devletinde bir kanun adamı bu kadar terörize edilerek, yasama-yürütme-yargı kuvvetler ayrılığı bu kadar ayaklar altına alınamaz..
Bu kadar faşizan bir düşünce olamaz...
Bu kadar farklı görüşleri ve yargıyı baskı altına alan faşist ve gestapovari bir yöntem olamaz...
Ne demek “Meclis’i de kapatın?..”
Kime söylüyorsunuz bunu?..
Düşmana mı?..
Ne demek “milli iradeninin önündeki engel?”..
Milli iradeyle kapatma davasının ne ilgisi var?..
Bu kadar ucube bir demokrasi anlayışıyla bu ülke nasıl demokratlaşacak?..
Yargıtay Başsavcısı bu ülkede üst düzey bir hukuk adamı...
Görüşlerini paylaşmayabilirsiniz ama hukuki görevini yaptığını düşünen bir başsavcıya ne hakla ve hangi saikle böyle saldırabiliyorsunuz?..
“AKP laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi” diyormuş Başsavcı...
Çıkarsınız kaşısına, “Nereden çıkmış benim laik faaliyetlerin karşıtı olmam... Şunları şunları şunları yapan bir partiyim... Nerede benim laiklik karşıtı faaliyetlerim...” der cevabınızı verirsiniz...
Haşa...
Medyadaki iktidar cephesiyle, bizzat iktidardakilerin cevabı şöyledir:
“Ey adam; Milli iradenin kaşısında duramazsın...”
Yani şunu mu diyorsunuz...
“Milli irade laiklik karşıtı faaliyetleri istiyorsa sen buna birşey diyemezsin... Meclis istiyorsa sıkıysa gel Meclis’i de kapat...”
Siyasal Bilgiler’de ben yanlış mı öğrendim demokrasiyi ve hukuku acaba?..
Bu ne korkunç bir anlayıştır?..
Kimse çoğunluk diye, yasalardan söz edemeyecek mi bu ülkede?..
Anayasa’dan söz edilemeyecek mi bu memlekette?..
Çoğunluk demek, Anayasa yok demek mi, Cumhuriyet tarihe karıştı demek mi, bu ülkede hukuk adamı iktidara bir dava açamayacak demek mi?..
Böyle bir demokrasi, böyle bir milli irade, böyle bir hukuk düzeni dünyada diktatörlüklerden başka bir yerde var mı?..
AKP, Yargıtay Başsavcısı gibi düşünmüyor...
Elbette düşünmeyecek...
Elbette kendisi hakkında kapatma davası açana karşı söyleyecek bir, iki sözü olacak...
Ama bu söz, “Ben çoğunluğum sen milli iradeye karşı çıkamazsın” sözü değildir...
İktidar yanlılarının yaptığı gibi “Sıkıysa gel Meclis’i de kapat” demek hiç değildir...
Amerikan yargı sistemi ABD Başkanı Nixon’un Watergate’de üzerine giderken, Nixon onlara “Gel Temsilciler Meclisi’ni de kapat” mı diyordu...
Bill Clinton, Monica Lewinsky davasında yargının karşısına çıkarken, “Ben Amerikan halkının çoğunluğuyla Başkan seçildim... Beni yargılayamazsınız” mı diyordu...
Amerikan demokrasisi böyle mi işliyor...
O Clinton değil mi, yalan söylediğini kabul etmek zorunda kalan...
O Nixon değil mi, Watergate skandalının altında kalan?..
Bir kanun adamı böyle terörize edilemez...
Başbakan çıkar, “nerede görülmüş bizim laiklik karşıtı faaliyetlerimiz” der...
“Yanlış düşünüyorsunuz, yanlış dava açıyorsunuz...” deyip kendi kanıtlarını teker teker kamuoyunun önüne sunar...
Dava süreci boyunca kamuoyunun gözünde kendini aklar, sonra da yargıda temize çıkmaya bakar...
Demokrasiye ve hukuka saygılı tutum budur...
“Sıkıysa Meclis’i de kapat...”
Dün iktidar yanlısı basın ve kalemler bu minvalde yazdılar...
Ben de bundan ürküyorum artık...
Demek Türkiye’de bir hukuk adamı bile karşı çıkamayacak hiçbir şeye...
Asker bir şey söylese “Kahrolsun militarizm... Darbe mi istiyorsun... Muhtıracılar...”
Anayasayı korumakla yükümlü bir kanun adamı, Yargıtay Başsavcısı bir şey dese, “Sıkıysa gel Meclis’i de kapat... Milli iradeye karşı mı çıkıyorsun?..” diye gözdağı verme...
Bir kanun adamını bile her taraftan terörize etme...
Bu demokrasi değildir...
Nerde gördünüz, nerde okudunuz bilmiyorum ama böylesi bir terörize girişiminin adı linçtir...
Ve siz hep beraber bir kanun adamını linç ediyorsunuz...
Ürkütücü olan budur...
Başbakan, AKP veya iktidarı savunan medyanın kendisini savunması doğaldır...
Demokratiktir...
Ama, “Sen kimsin milli iradeye karşı çıkıyorsun?..” demek, “sıkıysa gel Meclis’i kapat” diye gözdağı vermek, artık hukuğu bile zapturapt altına alan bir çoğunluk diktasına gitmek istemek demektir...
Türkiye’de demokrasiye en fazla sahip çıkması gereken medyanın bile bir bölümü, hızlı çoğunluk goygoyculuğuyla insanları terörize noktasına sürükleniyorsa, artık yapacak bir şey yok...
Anlıyorum ki toplumun bütün muhalif sesleri ister kanun adamı, isten basın, ister asker bir şekilde terörize edilerek susturulacaktır...
Tablo maalesef budur...
Ürküntüm kendim için değil...
Türkiye’deki hukuk sisteminin ve demokrasinin düştüğü durumadır...
Posted by
Sazelyt
at
6:19 AM
0
comments
Hukuk değil de ordu mu çıksın!
YALCIN DOGAN DEPREMİ bir ay önce hissediyor. Tayyip Erdoğan AKP için kapatma davası açılacağını bir ay önceden biliyor.
Onun için, Japon modeli diye ortaya atılan, parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliği hazırlığı yeni değil. AKP şimdi bu atağa kalkıyor.
Ve kapatma davasından daha vahim bir durum doğuyor.
O vahim durum, Tayyip Erdoğan’ın iki gündür ağzından düşürmediği söz:
"Milletin iradesi karşısına hukuku çıkartıyorlar."
1- Evet, tam da o. Bütün demokrasilerde olduğu gibi, elbette, hukuk çıkacak. Yok, hukuk yerine ordu mu çıkacak?
2- Erdoğan demokraside hukukun üstünlüğünü bir yana atıyor.
3- Ama, eleştirdiği hukuka dayanarak, parti kapatmayı zorlaştıran hukuk düzenlemesine gidiyor.
4- En vahimi, iktidarı için kendi hukukunu yaratıyor. Totaliter zihniyet.
AİHM İZLİYOR
AKP’yi kapatma davasını, bütün dünya gibi, AİHM de izliyor.
Demokrasilerde parti kapatılmaz, gibi standart bir slogana, benim karnım tok. Parti kapatmak elbette hoş değil. Ancak soru, nasıl demokrasi?
Hitler’i iktidara taşıyan sadece oy vermeyle sınırlı, şekli demokrasi mi, yoksa hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi mi? Hangisi?
AİHM, RP’nin kapatılmasını onaylarken, hareket noktası şu:
"Şeriat demokrasi ile bağdaşmaz. Oysa, RP’nin projesi bu. Üstelik, onun iktidarda olması, şeriat tehlikesini yakınlaştırmaktadır."
AKP’nin kapatılma iddianamesi de, aynı tehlikeye dayanıyor. Aldığı oy ikinci planda. Asıl olan, laiklik. Demokrasinin temeli. O temel AKP ile tehlikeye düşüyor.
Partiler ve iktidarlar üzerinde, bütün demokrasilerde hukuk denetimi var. Kuvvetler ayrılığının nedeni bu. Böyle bir ayrım ve denetim olmaz ise, her istiyen iktidar, oy çoğunluğuna dayanarak, istediği rejimi getirebilir.
Hukukun üstünlüğü, aldığı oya bakmadan, iktidarlara bu serbestliği tanımıyor.
İktidarı boyunca, herkesle kavga eden Erdoğan, şimdi hukukla savaşa giriyor.
AKP müzesinde üç eski solcu
AKP’de az zamanda büyük işler başaran üç eski solcu var.
Ertuğrul Günay. Kapatma davasına en keskin çıkışlardan biri ona ait. "Türkiye’nin iyiliğini istemeyen çevreler çok önemli yerlere sızmışlar". Bu durumda, kapatma davasını açan Yargıtay Başsavcısı önemli yerlere "sızan" biri. Otuz yıllık arkadaşım Ertuğrul Günay’a soruyorum, "Sen eskiden CHP’ye mi sızmıştın, yoksa şimdi AKP’ye mi sızdın?" Eski solcu, şimdi AKP militanı.
Soldan sağa muhteşem bir dönüşle, AKP’den milletvekili olan Zafer Üskül mangalda kül bırakmıyor. Temmuz-mart, sekiz ay gibi kısa sürede, siyasal yasaklılar listesine girmeyi başarıyor. Yaptığı açıklamalar karşısında, AKP yönetimi bile onu uyarmak gereğini hissediyor.
Bir zamanlar Ecevit’in prenslerinden. Haluk Özdalga, AKP dalgasına öyle kapılıyor ki, kapatma davası üzerine, "Başsavcı suç işlemiştir, yargılanması gerekir" sözüyle, ara ki bulasın, inci değerinde.
AKP müzesinde bu üç eski solcuya ayrı bir köşe açılıyor.
Gül otomatiğe bağlı değil
SİYASAL yasaklılar listesinde en başta Abdullah Gül var. Davayı duyunca, ilk tepkisi, "ben siyaset üstüyüm" gibi, kendini kurtarmaya yönelik.
Dün pek çok anayasa hukukçusu ile konuşuyorum. AKP kapatılırsa, Gül’ün durumu ne olacak?
Üç görüş var. Bir bölümü "yasak kapsamına girer, Cumhurbaşkanlığı düşer" tezinde. Bir bölümü, "Cumhurbaşkanıdır, yasak kapsamına girmez" görüşünde. Üçüncü grup, "bu durum ilk, incelemek gerek" düşüncesinde.
Şimdi Cumhurbaşkanı ama, davaya konu olan eylemler sırasında partide ikinci adam. AKP kapatılırsa, Gül için ayrı bir karar gerekecek. "Siyasetin üstündeyim" diyerek, sıyrılması otomatiğe bağlı değil.
Posted by
Sazelyt
at
5:51 AM
0
comments
Hangi demokrasi?..
BEKIR COSKUN GÖRDÜĞÜNÜZ gibi "demokrat" sayısı bilinenden fazla.
"Parti kapatma demokrasiye uymaz" diyorlar.
Bilirsiniz, bizim toplumumuz dünyanın en demokrat(!) toplumu olduğu için, demokrasisiz yapamaz ve size saf saf sormak kalır:
"Demokrasimizin neresine uymuyor?.."
"Kapatma kısmına..."
Yazarlarımız yorumlarında "demokrasiden" söz etmeye başladılar. Aydınlar "ama demokrasinin şeyi ortadayken" diyorlar. Kızgın okurlarım mesajlarına, "Demokrasiye inanmayan senin gibi adama, aha şu bacağımı..." diye başlıyorlar...
O çenesi büyük yorumcuyu dinliyorum televizyonda, "Demokrasimiz bu ayıba layık değil" diyor.
*
Hangi demokrasi?..
Bu memlekette demokrasi oldu da mı zarar görsün?..
Seçmenlerin bir kişiye (liderlere) oy verip ama 550 kişiyi seçmiş olmaları ve kimi seçtiklerini seçtikten sonra gazetelerden öğrenmeleri miydi demokrasi?..
Halkımızın nohut ve kömür karşılığında oylarını satmaları mıydı demokrasi dediğiniz şey?..
Bir dönün bakın; demokrasinin icra edildiği yer Meclis’e; liderler daha ağızlarını açar açmaz alkışlayan kurşun askerler demokrasinin neresidir?
Ya da; demokrasilerde "dokunulmazlığın" arkasına saklanıp vurgun, soygun yapma, suç işleme özgürlüğü var mıdır siyasilerin?
Böyle midir demokrasi?..
*
İşte daha dün:
Başbakan, partisinin kapatılma kararını kendi milletvekillerine yorumlarken "Bu iş bizim oyumuzu artırır" dedi.
Ne iş?..
Söyler misiniz; suç işlemek oy mu artırır?..
Rejimi yıkmakla suçlanan bir siyasi partinin oylarının artması, dünyanın hangi adam gibi ülkesinde olabilir?..
Nasıl olur?..
*
Bu demokrasinin bu kadar kiri pası kimseyi rahatsız etmedi de, laik cumhuriyeti savunmak isteyen bir yürekli savcı sizi rahatsız etti.
İçine bu kadar rezalet sığan bir demokrasinin altına, bu sefer de cumhuriyeti yıkmak isteyenleri gizleyeceksiniz...
Peki, bu nasıl demokrasidir..
Posted by
Sazelyt
at
5:49 AM
0
comments
Demokrasi soytarilarina (ozellikle Yeni Safak, Zaman, ve Sabah'ta yazanlara)
FATIH ALTAYLI
Palavracı demokratlar.
Çok gülüyorum bunlara.
İktidar yalakalağının, koltuğu korumak için mabat yalamanın adı “Demokratlık” olmuş.
“Parti kapatma demokratik değil”miş.
Tepkiler dehşetli.
Ulan yalaka taifesi, DTP hakkında kapatma davası açılırken niye pek sesiniz çıkmıyordu?
O partiden sayılmaz mı?
Onlara göre sayılmaz.
Utanmasalar şöyle yazacaklar “Adının başharfleri A , K ve P harfleri olan partiler hakkında kapatma davası açılamaz” veya “Son seçimlerde yüzde 46,6 oy alan partiler hakkında kapatma davası açılamaz”
AK Parti'yi destekleyen gazeteci taifesine bakıyorum da içlerinde bir tanesi bile “AK Parti laikliğe aykırı bir şey yapmadı” diyen yok.
Yani davanın gerekçesi ile ilgili satır yok.
Hepsi “Kapatma davası nasıl açarsınız” diyor.
“Batı bize gülüyormuş”
O kadar gazete okudum güleni görmedim.
Çünkü onlarda da parti kapatma var.
Kapatıyorlar da.
Çatır çatır.
Almanya’da da, Avusturya’da da, İspanya’da da kapatıyorlar.
Kapatmazsa zorla iktidardan ediyorlar.
Hem de AB destekli.
Hani bizim parti kapatmamıza karşı çıkan AB’nin desteğiyle.
Her demokrasinin, hatta her rejimin kendini koruma mekanizmaları vardır.
Bırakın “Demokrasilerde kapatma davası olmaz” palavralarını.
Olur. Bal gibi olur, aslanlar gibi olur.
Bundan sonra önemli olan AK Parti’nin iddianamede iddia edilen şeyleri yapıp yapmadığı.
Ona da ne AB karar verecek, ne AKP yalakaları,. ne de AKP düşmanları.
Söz artık yargıda.
Ne derlerse o...
Posted by
Sazelyt
at
5:46 AM
0
comments
March 11, 2008
Educating a liar called Obama! What a progressive scandal has taught us?
Sen. Obama Offers 5th Explanation of NAFTA-Gate
After days of misleading denials, Sen. Obama has finally acknowledged that a meeting took place between his senior economic advisor and Canadian officials regarding NAFTA. But Sen. Obama now claims that the detailed memo obtained by the AP describing the meeting – and Goolsbee’s downplaying of Obama’s anti-NAFTA rhetoric – is inaccurate. This is at least the fifth different explanation offered by Sen. Obama and his campaign.
1. 2/27/08 – ‘No conversations have taken place’ with the Canadian government on NAFTA. “Earlier Thursday, the Obama campaign insisted that no conversations have taken place with any of its senior ranks and representatives of the Canadian government on the NAFTA issue.” [CTV, 2/29/08
2. 2/27/08 – Obama advisor just said ‘hello.’ “Goolsbee: Canada’s consul general in Chicago contacted him ‘at one point to say ‘hello’ because their office is around the corner.” [ABC, 2/29/08
3. 2/28/08 - Rice: ‘There had been no contact.’ “The Canadian ambassador issued a statement that was absolutely false. There had been no contact. There had been no discussions on NAFTA. So we take the Canadians at their word…period.” [MSNBC, Susan Rice, 2/28/08]
4. 2/29/08: Sen. Obama: ‘It did not happen.’ Anchor: “So, completely inaccurate, did not happen, end of discussion.” Sen. Obama: “It did not happen.” [WKYC TV, 2/29/08
5. 3/10/08 – Sen. Obama: The meeting did happen, they did discuss NAFTA, but advisor just said Obama wanted to make NAFTA ’stronger for U.S. workers.’ “So here’s what happens. You’ve got one of my economic advisors goes and visits a Canadian embassy and they’re asking him questions and he says, ‘Well, Senator Obama isn’t planning to repeal NAFTA, but he wants to amend it to make it stronger for U.S. workers.’ The Canadian embassy writes it up as, ‘Well, maybe Obama is not as tough on NAFTA as you might think.’ And the Clintons start waving this and saying, ‘See? Actually, he’s the one.’” [Mississippi Rally, 3/10/08]
Posted by
Sazelyt
at
12:32 AM
0
comments