Ertugrul Ozkok'e gercekten cok aciyorum. Boyle buyuk bir gazetenin G.Y.Y'nin bu duruma dusmesi gercekten cok kotu. Hele Melih Gokcek'le ilgili yazilari.
Vaktinde Emin Colasan bagira bagira Melih Gokcek'ten bahsederken, Kemal Kilicdaroglu'nun anlattiklarini kosesinden Turk halkina duyurmak icin cirpinirken, Melih Gokcek kendisine servetleri aciklama baskisinda bulunurken, Melih Gokcek servetleri degis tokus edelim gibi sacma sapan fikirlerle halkin saygisini(!) kazanmaya calisirken kendisi neredeydi?
Ben, bir kere bile Emin Colasan'i savundugunu gormedim. Kendisinden bir insan olarak nefret edebilir, kisilik olarak tiksinebilir, ama, eger su anda bahsettigi gorusleri o zaman da tasiyorsa, ayni sekilde Melih Gokcek'in karsisina cikmaliydi. Son iki yazisi ozellikle oyle siradan gecistirilecek yazilar da degildi. Acik acik, Gokcek'i vuran agir yazilardi onlar. Bu fikirleri paylasan bir insanin su anda o fikirlere kavustuguna inanmiyorum.
Vaktinde o dusunceleri paylasmasi gerekir diye dusunuyorum. Ama, kendisi onceleri ne yapti?
Bekledi ki, Melih Gokcek Emin Colasan'i yipratmaya calissin. Ve bu yuzden gazeteden kovulmasinin adimlari atilsin. Tabii o zaman Melih Gokcek uzerinde boyle bir baski da yoktu.
Kim bilir. Belki de Tayyip Erdogan tarafindan ozel olarak Gokcek'le ugrasin haberi belli koselere iletildi. Aynen Maliye Bakani'yla ugrasmayin haberleri gibi. Ve o yuzden, Ertugrul Ozkok, bir kac sene once yapmasi gerektigini, simdi yapmaya basladi.
Sonucta olay Altayli'nin soylediklerinize geliyor ki, gercekten Hurriyet gibi koklu bir gazetenin Dogan ve Ozkok sayesinde dusuruldugu durum icimi acitiyor. Yazik. Gercekten cok yazik. Boyle olmamaliydi.
December 22, 2008
Ertugrul'un cokusu: Acinasi bir Genel Yayin Yonetmeni - Ertugrul Ozkok
Posted by
Sazelyt
at
3:36 PM
0
comments
December 15, 2008
Armenians' Massacre of the Turks
After seeing an ad signed by the ex-anarshists, writers and researchers that are getting paid in advance to criticize their country to earn even more, I felt like saying something.
Posted by
Sazelyt
at
10:19 PM
0
comments
October 30, 2008
Taraf gazetesi "bok"una kavustu
Esine bok atmasiyla unlenen Sevan Nisanyan, Taraf'in koselerini bilimum bokla dolduracagina Ermeni andi icerek yeni gorevine basladi. Orduya, Turk Devleti'ne ve onu en icten duygularla sevenlere sanal bok atmasiyla unlu Taraf gazetesi de, gercek anlamda bir bok-atara kavusmus oldu. Taraf gazetesi ve Sevan Nisanyan'a bol bol bok atmali gunler dileriz. Tabii ki o gazetede yazan bayan yazarlara da simdiden afiyet olsun dileklerimizi iletiriz. Ne demisler, sen seversin boku, sevan yedirir bokunu. Hadi afiyetler olsun.
Posted by
Sazelyt
at
3:44 PM
0
comments
October 14, 2008
Minnostan sevgilerle
Posted by
Sazelyt
at
5:46 PM
0
comments
September 14, 2008
Tayyip'in Dogan hakkindaki aciklamalari uzerine
Aydin Dogan'i ne kadar elestirirseniz elestirin, sonucta ona bagli basin yayin organlari su an en korkusuzu, en ozgurlukcu yayini yapmaktadirlar. Ve bunun onemi son gunlerde bir kez daha gormus olduk.
Basbakan'dan asip kesmeler, tehditler...Bak yazarsan, bir tarafini kirarim ha gibi capulcu kulhanbeylikcilikler. Daha sulalesinin kendisini kullanarak kazandigi milyon dolarlari, milyar dolarlari aciklayamayan bir adam, oturmus ahkam kesmeye calisiyor. Pes dogrusu.
Neyse ki bu dincilerin yardimi cebe indirmeleri acik bir sekilde haber yapilabiliyor. Cunku herkes biliyor ki, AKP'ye oy verenler arasinda Islam adina verenler az degil. Ozellikle merkez sagdan kaptiklari. Merkez sagdan yolsuzluktan dolayi kacan secmenler.
Simdi din adina yapilan yolsuzluklarin, ve Basbakan ile yakin cevresinin bunun icine cuk diye oturmasi, insanlarin gozunu acmaya basladi. Acikcasi, Basbakan biraz daha kendini kaybetse iyi olacak. Cunku, bu sekilde gercek kisiligini herkes gormus olacak.
Eskiden tasladigi kabadayilik hareketler halk cocugudur vesaire gibi cok fazla yadirganmamisti. Ama, simdiki debelenmelerin yuzde yuz cikar iliskisi alakali. Ahlaksizlik, dolandiricilik, fakir insanlarin parasini lupletme, ve o parayi kendi kisisel cikarlari icin kullanma.
Yakin vakitte, kisisel servetini dugun parasiyla aciklayan bir sahsin, 15 sene once tasinan paralarla servetini olusturdugu eninde sonunda halk arasinda da telaffuz edilmeye baslayacak. O zaman goruruz bakalim, halk cocugu mu, yoksa apacik dolandiricilik mi...
Alman mahkemesine buradan tesekkurlerimi yolluyorum. Bizim mahkemeleri baskiyla susturan ve kontrolu altina alan Tayyip'in foyasini ortaya cikartmak icin ne yazik ki disaridan yardim almak durumunda kaldik. Hos bir durum degil, ama olsun. Onemli olan sonuc. Sonucta ulkemiz kazanacaksa, simdiden hayirli olsun diyelim.
Tayyip'in de yakin gelecekte onunde iki yol kaliyor. Umariz, ulkemiz acisindan en iyi olani secer, ve bir an evvel adalete sulalesi ve kayirikci dostlariyla beraber teslim olur...
Posted by
Sazelyt
at
4:16 PM
0
comments
Soner Yalcin'dan fevkalade bir yazi, Islamci fasist'erin Iran'da basin ve ozgurlukler uzerindeki etkisi uzerine.....
SONER YALCIN
Humeyni, İran’ın ’Hürriyet Gazetesi’ Ayandegan’a neden çok öfkeliydi
Ayandegan, İran’ın en etkili ve en çok satan gazetesiydi. Fransız Le Monde Gazetesi’nden çevrilen bir haber, Humeyni ile Ayandegan’ı karşı karşıya getirdi.
![]() |
AYANDEGAN, İran’ın en çok okunan gazetesiydi. Tirajı bir milyondu. Liberal-özgürlükçüydü. Köşe yazarları arasında, solcu, sağcı, liberal her görüşten kişi vardı.
Sahibi Daryuş Homayun gazeteciydi. Doktorasına yaptıktan sonra basına girmiş ve sonunda kendi gazetesini çıkarmıştı. Liberaldi. "Anayasacı Meşrutiyeti" savunuyordu.
Evet, Ayandegan, İran’ın en etkili ve popüler gazetesiydi.
Ve bir gün...
Kavganın nedeni: Le Monde
Tarih: 11 Mayıs 1979.
Ayetullah Humeyni, Ayandegan Gazetesi’nin yalan yazdığını söyleyerek, İranlıları gazeteyi boykot etmeye çağırdı.
Peki, Ayandegan Gazetesi ne yazmıştı da Humeyni’yi kızdırmıştı?
İlginçtir; Humeyni ile Ayandegan arasındaki mesele ülke dışındaki bir olaydan çıkmıştı!
2 Mayıs 1979’da -bugün hálá kimler tarafından öldürüldüğü bilinmeyen- Ayetullah Mottahari’ye suikast yapıldı.
Bu cinayetle ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Fransız Le Monde Gazetesi’nin haberini çevirip sayfalarına taşıyan Ayandegan, Humeyni’yi çok kızdırdı.
Çünkü haber, üstü kapalı biçimde suikastı Humeyni ile irtibatlandırıyordu.
Humeyni, Fransız Le Monde değil ama Ayandegan’a karşı öfke dolu bir konuşma yaptı.
Humeyni’nin öfke dolu konuşmasının sebebi bir değildi. Aslında Mottahari suikastı bardağı taşırmıştı.
Ayandegan, yeni rejime karşı özgürlükçü kesimin taraftarlığını yapıyordu.
Yayınları Humeyni’yi kızdırdı
İran Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan bir yetkili, yandaş medya İttilat Gazetesi’nde, kız ve erkek çocukların birbirinden ayrı spor yapmaları gerektiğini, aksi takdirde yakında spor salonlarının yanına bir de doğumevi açmak gerektiğini yazdı!
Kuşkusuz bu yazıya bugün siz nasıl tebessümle yaklaşıyorsanız, o gün İranlıların çoğu da öyle yaklaştı.
Ayandegan bu görüşle alay eden bir makale yayınladı.
Aslında kimse tehlikenin farkında değildi henüz.
Herkes yeni rejime yaranma telaşındaydı.
Bu konuda komik bir örnek vermeliyim:
Tahran Kent Tiyatrosu’nun önünde Henry Moore’nin yaptığı flüt çalan adam yontusu vardı.
İran, İslam Cumhuriyeti olunca yeni rejime yaranmak isteyen Berlin’de tiyatro bilimleri öğrenimi görmüş, yani okumuş tiyatro müdürü hemen heykelin pipisini kestirdi. İnanın şaka değil.
Fakat pipi kesilerek sorun giderilemedi. Çünkü bu kez heykelin dişi mi erkek mi olduğu kafaları karıştırdı!
Tiyatro müdürü heykeli giydirmek istedi.
Ama mollalar kesin çözümü buldu; heykel parçalanarak çöpe atıldı!
Bir süre sonra da yeni rejime yaranmak isteyen müdürün işine son verildi; tiyatrolara yasak getirildi!
Zamanla komik görünen olaylar dehşetli bir hal almaya başladı.
Ayandegan hepsini haber yapıyordu.
Kamusal alanda kadınlara başörtü zorunluluğu getiren yasaya Ayandegan karşı çıktı.
Peçesiz dolaştığı için saldırıya uğrayan kadınların çığlıklarını tek duyan gazete Ayandegan oldu.
İçki satan büfelere, fabrikalara yapılan saldırılar Ayandegan’da yer aldı.
Kızların evlenme yaşının 18’den 13’e düşürülmesine karşı çıkan yine Ayandegan’dı.
İranlı aydınların büyük çoğunluğu, molla rejiminin yaptıklarını hep, "geçiş sancıları" olarak görüyordu. Her seferinde "Tamam bu sonuncusu" diyorlardı.
Ancak bu tehlikeli gelişmeden haberdar olan gazeteci yazarlar da vardı.
Ayandegan Gazetesi köşe yazarı Said Cevadi bunlardan biriydi.
Her gün yazıyordu: "Faşizmin ayak seslerini duyuyorum!"
Köşe yazarı Cevadi’yi bir kişi duydu: Ayetullah Humeyni.
’Yılmayacağız’ manşeti
Humeyni, Ayandegan’ın "baş belası" olacağını çoktandır anlamıştı.
İktidara daha tam hákim olamadığı için ilk başta gazeteyi kapatamayacağını biliyordu. Bu nedenle boykot çağrısı yapmıştı. Sanıyordu ki gazete ya geri adım atacak ya da satamayıp iflas ederek kapanacaktı.
Humeyni’nin beklediği olmadı.
Humeyni’nin boykot çağrısından bir gün sonra, Ayandegan dört sayfa çıktı.
İlk sayfada kısa bir açıklama vardı; Mottahari suikastıyla ilgili haberler Fransa’da çıkmıştı. Onlar sadece çeviri yapmışlardı. Eğer İran devleti olarak tepki duyulacaksa Fransa’ya duyulmalıydı!
Bu açıklamadan sonra da eklediler: "Yılmayacağız."
Gazetenin diğer üç sayfası boştu, bembeyazdı.
Ayandegan mücadeleye kararlıydı.
Ama...
Bayiler gazeteyi satmaya korktular. Çünkü gazeteyi satan bayilerin dükkánları eli sopalı mollalar tarafından tahrip edilip, yakıldı!
Başörtüsüz kadınların yüzüne kezzap atan, sinema, kitabevi yakan, içkili yerleri yakan mollaların hedefinde bu kez gazete büfeleri vardı.
Büfeciler, Ayandegan’ı satmamaya başladılar.
Bu kez devreye gazetenin okuyucuları girdi; Ayandegan’ı elden sattılar.
Gazete tiraj kaybetmedi. Ancak...
’Bunlara tolerans yok’
Ayetullah Humeyni’nin Ayandegan’a hiç tahammülü yoktu.
Gazeteyi çıkaranlara, satanlara, okuyanlara "Vahşi hayvanlar" diyordu. "Bunlara karşı hiç toleransımız olmayacak" diye halkı kışkırtan konuşmalar yapıyordu.
Boykot pek etkili olamayınca eli sopalı mollaların hedefinde bu kez gazete okuyucuları vardı.
Yaşamı boyunca Ayandegan görmemiş, okumamış yoksul varoşlar, gazeteyi kimin elinde görürse saldırıp öldüresiye dövüyordu. Ayandegan’ı taşımak, okumak artık riskli hale geldi.
Enformasyon Bakanı Minaci’ye göre bu şiddet değildi; halkın içten gelen tepkisiydi.
Ve basına da öğüt veriyordu sürekli:
İslam Devrimi yolundan sapmayın! Halkı kışkırtmayın! Halkı kandırmayın!
Yıllarca Şah’a karşı mücadele vermiş, özgürlük hareketlerini savunmuş Ayandegan, yandaş medyada yapılan kışkırtıcı, yalan yayınlar sonucu bir anda, "Amerikancı" ve "Siyonist" oluverdi!
Kara propaganda başarılı oldu. İnsanlar korktular.
Sonuçta molla şiddeti ve Humeyni kazandı.
Sahibi tutuklandı
Ayendegan, "yeni rejimin basın özgürlüğü konusundaki tutumu açıklığa kavuşana kadar yayınına bir süreliğine ara verdiğini" açıkladı. Sonra bir iki kez çıkma teşebbüsünde bulundu.
Ancak...
Velayat-i Fıkıh tarafından 8 Ağustos 1979’da kesin olarak kapatıldı. Sahibi Daryuş Homayun tutuklandı. "Günah keçisi" ilan edildi. Sonra İran’dan kaçıp Türkiye üzerinden Paris’e gitti.
14 Eylül 2008...
Ayandegan, İran’da hálá yasak!
Ayandegan’ın başına gelenleri "geçiş döneminin spontane olayları" diye düşünen İranlı aydınlar, bugün Paris kafelerinde gördükleri ihtiyar Daryuş Homayun’dan af diliyorlar!
İslamcı medyaya örnek bir İran gazetesi: Camee
CAMEE (Toplum), 1998’de yayın hayatına başladı.
Kısa sürede İran’ın popüler gazetelerinden biri oldu; 300 binlik tirajı vardı.
16 sayfalık gazeteyi, Tahran’da evden bozma küçük bürolarında kadınlı erkekli 45 kişi hazırlıyordu.
Farklıydı. Farkı, kimsenin yazamadığı alışılmışın dışındaki haberlere yer vermesiydi. Örneğin, Hizbullah’ın yasadışı faaliyetlerini çekinmeden yazıyorlardı. Faili meçhul cinayetlerin üzerine gidiyorlardı. Yolsuzluklarla savaşıyorlardı. İran cezaevlerinde yatan siyasilerle röportaj yapıyorlardı.
Siyasi karikatürleri, kara mizahı korkusuzcaydı.
Yıllarca görmezlikten gelinen kültür-sanat haberlerine geniş yer veriyorlardı.
Okuyucu kitlesi, yıllarca tekdüze resmi haberlerden sıkılan reform yanlısı kişilerdi.
Gazetenin çember sakallı Genel Yayın Yönetmeni Maşaallah Şemsülvaezin, yayın çizgilerini şöyle açıklıyordu:
"Biz demokratik diyaloğun seviyesini yükseltmeye ve hükümetin özgürlükler konusunda ne derece hoşgörü sahibi olduğunu sınamaya çalışıyoruz." Ardından ekliyordu: "İran’da demokrasinin bir mayın tarlası olduğunu biliyoruz; kendimizi mayın arayıcılar olarak görüyoruz."
Camee aslında İslamcı rejimi savunun bir gazeteydi.
Çalışanlarının çoğu İslam Devrimi’ni desteklemişti.
Bu siyasal görüşleri, iktidarın/rejimin yanlışlıklarını yazmalarına engel değildi.
Reform yanlısıydılar. "Düşünce özgürlüğü olsun ki inanç özgürlüğü olsun" ilkesini benimsemişlerdi.
Kısa sürede başarıyı yakalayan Camee’nin yayın hayatı uzun olmadı.
Yayımlanmaya başladıktan dört ay sonra hakkında dava açıldı:
"Ahlaki düzene iftira ettiği ve gerçekdışı makaleler yazdığı" gerekçesiyle suçlu bulundu.
Rejim destekçilerinin "düşman uçağına" benzettiği Camee bir ay sonra kapatıldı.
Haziran ayında kapatıldığında tirajı 2 milyona yaklaşmıştı.
Geri adım atmadılar. Aynı kadro yeni bir gazete çıkardı: Tus (İran).
Yeni gazete Tus’un mizanpajı da, yayın çizgisi de Camee’den farklı değildi.
Korkusuzdu.
Reformcu eski bakanlar Ataullah Mohacerani ile Abdullah Nuri’nin Tahran Üniversitesi’nde cuma namazı kılarken seksen kadar Hizbullah yanlısı tarafından dayak yemesini manşetine taşıdı.
Tus, iktidarın askeri gücü Hizbullah’ı bile hedef almaktan çekinmedi. Başyazında aynen şöyle yazdı:
"Bunu yapanların teröristlerden farkı yoktur. Bu konuda tepki göstermeyen ve susanlar, kendi kişisel çıkarlarına hizmet etmektedirler, devrim ideolojisine değil."
İran yargı mekanizmasının başındaki isim Ayetullah Muhammed Yezdi, cuma vaazında Tus’a yanıt verdi:
"Günümüzde gazeteler ve dergiler özgürlük adına büyük hatalar yapmaktadırlar. Yasaklanan bir gazetenin yeniden yayımlanmaya başlanması özellikle kanun dışıdır. Ümit ederim ki birileri harekete geçmeden Kültür Bakanı harekete geçer."
Ağustos ayında Tus kapatıldı. Gerekçe benzerdi: "Kamu düzenini bozacak yalanlar yazmıştı!"
Mollalar artık akıllanmışlardı. Gazetenin başka isimle çıkmaması için Tus’un yayıncısı Hamid Rıza Celayipur ile altı yönetici tutuklandı.
On yıl önce İslam devrimine büyük katkıları olmuş, içişleri ve dışişleri bakanlıkları yapmış olan yayıncı Celayipur, 1998 yılı yazında ruh halini şöyle anlatıyordu: "Dolu bir silah üzerime çevrilmiş gibi hissediyorum. Bilmediğim tek şey, tetiğe ne zaman dokunacakları."
Hamid Celayipur bu sözleri ederken gözlerinden akan yaşları, birlikte çalıştığı gazeteci kız kardeşi Fatime Celayipur’dan saklıyordu. Çünkü iki erkek kardeşi Irak Savaşı’nda şehit olmuştu. Üçüncüsü ise rejim muhalifi Mücahidin saldırısında ölmüştü. Şimdi ise kardeşlerinin uğruna öldüğü rejim silahı onun üzerine doğrultmuştu.
Celayipur Ailesi daha birkaç yıl öncesine kadar rejiminin sembolüydü.
Şimdi ise rejimi tehdit eden bir aileydiler!
Korku içindeydiler. Nasıl korkmasınlar? O yıl İran’da ardı ardına faili meçhul cinayetler işlenmeye başlandı. Öldürülenler hep reform yanlısı aydınlardı.
O karanlık günlerde Camee ve Tus kapatıldıktan sonra üçüncü gazetelerini çıkardılar: Neşat (Mutluluk).
Neşat özellikle rejimi eleştiren üniversite öğrencilerinin okuduğu bir gazete oldu.
Ve doğal olarak Eylül 1999’da kapatıldı. Genel Yayın Yönetmeni Latif Safari hapse atıldı.
Suçu, "İslam’ın kutsal buyruklarına ve yüce liderine hakaret" idi.
Bunu şu yazıyla yapmıştı: "Asılarak ölüm cezası uygulanması ve intikam almaya yönelik cezalar, dünyadaki cinayetlere ve ahlaksızlığa çözüm getirmemiştir. Ve üstelik bunlar Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’yle bağdaşmıyor."
Bu makaleye Ayetullah Hamaney sert yanıt vermişti: "İslam’ın temel ilkelerini inkár eden kafirdir ve cezası ölüm olmalıdır."
Sonuçta:
Camee, Tus ve Neşat; üç gazete de kapatıldı.
Çoğu çalışanı, işkenceleriyle meşhur Evin Cezaevi’ne gönderildi.
Oysa bu gazeteciler, yazarlar İslam Devrimi’ne bağlıydılar.
Hepsi İslam Devrimi’ne inanmışlar, İslam Devrimi için mücadele etmişler, bu uğurda yakınlarını kaybetmişlerdi.
Hálá inançlıydılar.
Zamanla İslam devrimi kendi evlatlarını yemeye başlamıştı.
Bu evlatların tek farkı, rejimi eleştirmeleriydi.
Çünkü: Biliyorlardı ki eleştirinin, özgür basının olmadığı rejimler çökmeye mahkûmdu...
Posted by
Sazelyt
at
4:12 PM
0
comments
August 14, 2008
Gunun basliklari desek olur mu?
Basbakan'in korumasi altindaki dolandiricilarin altinda en yogun olarak toplandigi cati: Milletin meclisi!
Gotur oglum AKP'nin imanli dislisi
Başbakan'dan Şaban'a (from first-looker to the cow): Hani bana! (me, me, me!)
Şaban'ım nereden çıktı milyon doların?
YOK Baskani'ndan Basbakan'a gizli mesaj: Hav da hav, ha ha hav, miyavvv....
Peygamberin agzini sulandiran YOK Baskani
Gule oynaya Gul siradaki hedefi belirledi: Abromovic'in yatinda Bogaz arsasi karsiligi tatil!
Ye be Gul'um
Nerede gul orada cil
Allah'in bir gul icin, bir de gulen icin verdigi istisnai emirler, yarin erken vakitte sabah safagi zamaninda on taraftaki kapinizda....
Sozen'in genclige hitabesine en anlamli tepki, imanina guvenen gece kusu sanal pornocu veletlerden geldi: Ne yaptin be hocam, al su vibratorunu de rahat birak gencligi! Tak. Cikar. Tak. Cikar. Tak. Cikar. (aman ha yanlis anlamayin!)
Posted by
Sazelyt
at
2:00 AM
0
comments
August 3, 2008
Okuyucu gazeteyi temsil eder derler....
Biliyor musunuz, Vakit adli copluk-gazetede yazan, ve o gazetenin okuyuculari tarafindan takdir edilen Allah-adina yazdigini iddia eden cocuk tecavuzcusu yazari?
Ve gene biliyor musunuz, bir cok ulkenin standardlarina gore, cocuk tecavuzu suclamasiyla hapise atilacak, o gazetenin en unlu okurunu? Evet, o kisi su anda Cumhurbaskanligi makamini temsil etmeye cabaliyor! O muhtesem tarafsizligiyla, tarafin Allah'i rolunu oynayarak!
Ne guzel degil mi? Bir de bunlarin oynadigi oyunun adi Islam oluyor! Allah'la nasil oynadiklarini bize de ogretseler, diyorum, belli olmaz, belki biz de onlar gibi gokden dusen elmalarla servete konariz. Aynen bizim iktidarin ust makamini su anda isgal edenler gibi....
Posted by
Sazelyt
at
8:21 PM
0
comments
Bekir Coskun'dan gene cok anlamli bir yazi
Bekir COŞKUN
Sevgili küfürbazım...
SEN anlamazsın...
Fikirler, düşünceler, tartışmalar kafa denilen organ ister. Senin çokça sözünü ettiğin organlarla anlayamazsın.
Ben seni tanırım.
Sevgili küfürbazım...
(............)
Bak; Anayasa Mahkemesi'nin "Laiklik karşıtı eylemlerin odağı (yani merkezi) olduğuna" karar verdiği Başbakan ertesi gün (yani dün) neredeydi?..
Yüksek Askeri Şûra'nın başında...
Oradaki görevlerinden birisi de "laiklik karşıtı görüşlerin odağı" olmuş askerlerin Ordu'dan uzaklaştırılmasıdır, inanır mısın?..
Bu seni hiç rahatsız etmez...
Tıpkı devletin en yüce mahkemesinin, "devletin temel ilkesini yıkmanın odağı (merkezi) olduğuna" karar vermesi, sonra da ona "Devleti sen yönet" denilmesi gibi...
Bu da seni düşündürmeye yetmez...
*
Okumazsın...
Düşünmezsin...
Sormazsın...
İktidarın evlere çorba dağıtmasından onların "bulunmaz" olduğuna karar verirsin de... 14 milyon insanın niye belediyelerin bir tas çorbasına muhtaç olduklarını hiç mi hiç sorgulamazsın...
İşin bana küfretmek, sevgili küfürbazım...
Kömür dağıtılıyor diye sevinirsin...
Ama bu cennet yurdun üzerinde yaşayan her üç aileden birisinin niye devletin yarım ton kömürüne muhtaç olduğunu kendi kendine sormak aklına gelmez.
Ben biliyorum; şimdi "Bu eski iktidarların suçu" diyeceksindir...
Eminim...
1950'den bu yana, cenneti yoksulların cehennemi haline getiren iktidarlara sanki sen oy vermemişsin gibi...
Demirel'den, Tansu Çiller'e kadar...
Erbakan'dan, Mesut Yılmaz'a kadar...
*
Aslında bu cennetin sorunu sensin...
Uygar ülkelerin insanlarının asla vazgeçemedikleri ve ülkelerinin uygar olmasını sağlayan o "ilgi, bilgi, ilke, yurttaşlık ahlakı, ses, tavır, akıl, fikir" sende yok...
Yeteneğin bu:
Kaypak kaypak küfretmek, sevgili küfürbazım...
Posted by
Sazelyt
at
8:20 PM
0
comments
July 29, 2008
I guess, the break was a bit long for me to not write anything to discuss the tragedies within my country. As usual, there are too many to say, the situation is not looking good, with all the stupid conspiracies going on, being used to divide the nation, to suppress the people who really desire a peaceful, western lifestyle. And, the radicals, and the money eaters they are feeding are right now doing everything they can to disrupt the harmony in the country as much as they can.
Giving false promises, burning all the bridges required to hold together our nation and state together. Inflicting emotional pain on people through various ways, cannot describe how angry I am with the false accusations being thrown without caring a bit for the falsely accused.
And the people responsible for that are just smiling happily as if they have succeeded in something. The lies are proved in front of them, instead of listening, they shut every opening within their body and start shouting, shut ups.
And, now the terrorist attack in where I from time to time reside, it is happening too fast, the corruption is spreading at a level that soon we will be incapable of containing. For now let us just sit and think about the things that are happening. Now is not the time to lose hope, so, we will all think what we can do to correct the ongoing mistakes.....
Posted by
Sazelyt
at
2:27 AM
1 comments